Bu yıl pandemi nedeniyle kamu gelirlerinde basit hesapla 665-675 milyon TL yani yüzde 9,5-10 düzeyinde kayıp yaşanacak.

Beyana Dayanan Gelir Vergisinde 100 milyonun üzerinde kayıp olacak.

Kurumlar Vergisinde 40-50 milyon dolaylarında, Dahilide Alınan KDV’de 60 milyonun üzerinde, İthalde Alınan KDV’de 180 milyonu aşıyor.

Şans Oyunları Vergisinde 70 milyonun üzerinde, Özel İletişim Vergisinde kayıp 20 milyondan fazla.

Motorlu Taşıtlar Vergisinde 90 milyona yakın, Fiyat İstikrar Fonunda 20 milyonun üzerinde.

Ercan Havaalanı Özelleştirme Gelirlerinde de 100 milyonun üzerinde kayıp yaşanacak.

Kayıptan kasıt şu:

2020 bütçesi hazırlanırken “şu gelir kaleminden şu kadar gelir elde etmeyi öngörüyoruz” dedik ancak yılsonundaki gerçekleşme öngörülenden daha az oluyor.

Ekonomi durdu, GSYİH radikal şekilde küçüldü, ekonomik faaliyetlere bağlı kamu gelirleri de bundan doğal olarak belirli düzeylerde etkilendi.

Aslında fatura daha kabarık; 750 milyon yani öngörülen kamu gelirlerinin yüzde 11’inden fazlası.

Gelir öngörüleri genellikle muhafazakâr bir anlayışla hazırlanır.

Örneğin 2019 yılında gerçekleşen gelirler, öngörülen gelirlerin yüzde 20’sinden fazlaydı.

Bu yıl da pandemiden etkilenmeyen bazı gelir kalemlerinde gerçekleşme yine öngörüyü bir miktar aşacak.

Örneğin dövizdeki artış nedeniyle BSİV’deki gerçekleşme öngörünün 20-25 milyon üzerinde olacak.

O nedenle günün sonunda pandeminin faturası 750 milyon değil 665-675 milyon düzeyinde kalacak.

2010-2019 dönemindeki öngörü-gelir farkının ortalaması (%11,2) hesaba katıldığında ise reel kaybın yüzde 21 yani neredeyse 1,5 milyar olduğu dahi iddia edilebilir.

Faturayı not edip şu ilave bilgiyi de paylaşmak gerekiyor:

Gelirlerde yaşanan düşüşü telafi etmek ve rutin giderleri karşılayabilmek için pandeminin ilk aylarında belli başlı işletmelerin vergi ödemeleri öne çekildi.

Türkiye’nin kapısını çalınarak TMSF’de biriken kaynağı bütçeye aktarmak için onay istendi ve bu onay alındı.

Geçtiğimiz yıl avans olarak kullanılan Merkez Bankası kâr payı da bu yıl bütçeye gelir yazıldı.

Faturanın düşük olduğu, kamu maliyesinin iyi yönetildiği gibi bir algı oyunu oynanıyor.

“2019’deki gelirlerle bu yılki gelirler hemen hemen aynı” iddiasıyla bu oyun desteklenmeye çalışılıyor.

Sanki devlet değil de bakkal dükkânı yönetiliyor.

Geçen yıl 4,3 milyar öngörülürken 5 milyar vergi toplamıştık.

700 milyon ilave kaynağı bütçe açığı yuttu yani fazladan ödediğimiz vergiler yatırıma değil tüketime yönlendirildi.

Parantez açıp not edelim:

Kayıt dışılıkla mücadelenin de bir ruhu vardır. Ödenen vergilerin mali disiplin çerçevesinde değerlendirildiğini, yatırıma dönüşeceğini, devletin önceliğinin rutin ödemelerini yapabilmenin ötesinde halka hizmet götürmek olduğunu vergi mükelleflerine hissettirmek zorundasınız.

Kayıt dışılıkla mücadele ve teşvik sisteminin yeniden düzenlenmesi mevzusu bizde gelirlerin giderleri karşılayamadığı zamanlarda “aman giderlere dokunmayalım” demenin aracına dönüştürüldü.

Hâlbuki kayıt dışılığın da verimsiz teşvik sisteminin de sebebi işte tam da bu anlayıştır.

Velhasıl bu yıl 5,4 milyar vergi toplanması öngörülürken Kasım sonu itibariyle 4,2 milyar toplanabildi.

Ki geçen yıldan fazla olsaydı dahi tek başına hiçbir anlam ifade etmiyor çünkü esas mevzu gelirlerin ve giderlerin kalitesini eşzamanlı artırabilmektir.

Kurmaca bir algı üzerinden devletin farklı toplum kesimlerine de sahip çıkması gereken koşullardan geçtiğimiz gözden kaçırılarak hiç pandemi yaşanmamış gibi gider politikası aynen devam ettirildi.

Tıpkı geçmiş yıllarda olduğu gibi, “eski normalin” dayattığı şekilde…

Hâlbuki yapılması gereken şey çok basitti:

Rutin giderlerin rutin gelirler seviyesinde tutulacağı, rutin dışı gelirlerin ise sağlık harcamalarına ve ekonomik faaliyetleri durdurulan işletmelerin çalışanlarına yönlendirileceği bir politika oluşturulabilirdi.

Böylelikle kamu çalışanı olmayan önemli bir toplum kesimi pandemi süresince ezim ezim ezilmemiş olurdu, pandemi sonrasında ekonominin ayağa kalkabilmesi kolaylaşırdı.

Pandemi başlarken ne demiştik?

“Pandemi demek, fakirleşme demek”…

Ve eklemiştik:

“Bütün kesimler elini eşit şekilde taşın altına koymak zorundadır”…

Toplumda bugüne kadar görülmemiş bir dayanışma duygusu hâkimken iki etken bizi akıl yolundan saptırdı:

Cumhurbaşkanlığı seçimi ve Türkiye ile imzalanan protokol.

Eski ve yeni Cumhurbaşkanlarımız öyle istedi diye Türkiye hiçbir kritere bakmaksızın bütçe açığına katkı mahiyetinde bize 1 milyarın üzerinde kredi kullandıracağına dair anlaşmanın altına imza attı.

Ve pandemi koşullarını sosyal adalet temelinde nitelikli maliye politikaları ile yönetmemiz imkânımız ortadan kalktı.

Şimdi bu kaynağı kullandırmamanın hiçbir mazereti olamaz.

“Su borusunu tamir ettik, hastane yaptık, TMSF’deki parayı kullandırdık, daha ne istiyorsunuz?” derse Türkiye sözünden dönmüş sayılacak.

Anlaşma imzalandı, hasar oluştu, faturası ödenecek!

Bu ülkede devletten nitelikli hizmetler bekleyen dar bir kesim de derdine yanmaya devam edecek.

1 Ocak 2021 tarihinde Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Yasası yürürlüğe girecek.

Bütçenin Orta Vadeli Programa ve Orta Vadeli Mali Plana dayandırılması gerekiyor.

Bu program ve mali plan olmaksızın bütçenin Mecliste onaylanması sadece zevahiri kurtarmak demek olacak.

Şöyle ki;

Tam da bu zor dönemde ihtiyaç günübirlik çıkışların ötesinde toplumun geleceğe dair somut ve inandırıcı bir şeyler duymasını sağlamaktır.

Bu da planla, programla, geleceğe ışık tutmakla olur.

2021, 2022 ve 2023 yılları için GSYİH ve enflasyon tahmini yapabilmiş değiliz.

Önümüzdeki 3 yıl için bütçe gelirlerine ve giderlerine ilişkin politika önermiyoruz.

Bu politikalara bağlı olarak bütçe dengesinin nasıl sağlanacağını açıklamıyoruz.

Program tanımlı bütçe büyüklüklerini hesaplayıp toplumla paylaşmıyoruz.

Bu 3 yılda bütçe açıklarının nasıl finanse edileceğini tartışmıyoruz.

Mali disiplinin, gelir performansını artırmanın, sağlık ve eğitim başta olmak üzere kamu kaynaklarının daha etkin kullanımını sağlayacak yapısal düzenlemelerin topluma mal edilmesine dair bir devinim yaratamıyoruz.

Hepsinden önemlisi, kamu gelir ve harcama politikaları ile sosyo-ekonomik kalkınma ve adaletin nasıl destekleneceğini, ekonomimizin rekabet gücünün nasıl artırılacağını halka somut şekilde anlatamıyoruz.

Kısacası plana, programa dayalı bir yönetim vaat edemiyoruz.

Çünkü topluma öncülük etmesi beklenen eski ve yeni Cumhurbaşkanlarımızın hizmet anlayışı da eski normalle müsemma…

1’inci turla 2’nci tur arasında yaşadığımız “hangi bıçağa yumruk vuralım?” işkencesi bir hafta değil beş yıl sürecek gibi.

Onlarla bir olan Türkiye faturayı ödeyecek ve yolumuza devam edeceğiz.

Yol artık nereye çıkarsa…

Editör: TE Bilisim