Haber Kıbrıs yazarı Birikim Özgür UBP - HP hükümetini eleştirdi. Özgür " UBP-HP hükümeti “kervan yolda düzülür” mantığıyla kuruldu ve çuvallayacağının sinyallerini çok erken vermeye başladı. Erken seçim borusu çalmak üzere…" dedi
İşte o yazı:
Geçtiğimiz hafta sonu Yenidüzen’de Dila Şimşek’in güzel bir haberi vardı.
“Hükümet Maraş adımı dedi, yurttaş hayat pahalılığına işaret etti” başlığını taşıyan bu habere göre yurttaşlar hükümetin öncelikle ekonomik sorunlara el atmasını istiyor.
Gündeme taşınan Maraş ve benzeri tartışmaların sonu gelmiyor, asıl sorunlar ise çözümsüz kalıyor.
Belli ki sanılanın aksine siyasetten beklentilerine ilişkin sokaktaki yurttaşın kafası net.
Burada siyasetin çözmesi gereken birbiriyle ilişkili iki ana konu var.
Birincisi, sistem sorunu…
Meseleyi parlamenter rejim – başkanlık rejimi tartışmasına indirgemek çok yanlıştır.
Öncelikle siyasi partilerin tecrübelerinden de yola çıkarak niye bir türlü kamusal hizmetleri ve ekonomiyi rayına oturtamadığımızı açıklıkla tartışması gerekiyor.
Örneğin kamu yönetiminde bakanlıkların kendilerine bağlı daireler arasında dahi uyum ve koordinasyon sağlayamadığı koşullar söz konusu.
Yıllardır daireler koalisyon pazarlıklarına malzeme ediliyor.
Devlet yap-boz tahtasına dönüştü.
Bakanlıkların teşkilat yasalarının gözden geçirilerek dairelerin bağlı olmaları gerektiği bakanlıklara kalıcı olarak bağlanması şart…
Hal bu iken UBP-HP hükümeti daha kurulurken niye daire pazarlığına tutuşuluyor ve sporda olduğu gibi “yaşanan süreç kovboy filmlerini aratmıyor” kabilinden açıklamalara sebebiyet veriliyor?
Sebebi basit:
Değişim bir siyasi hattır ve ilkeli duruş gerektirir.
En kurumsal yapı olarak bilinen Maliye Bakanlığı bile bu süreçte kuşa çevrilmeye çalışıldı.
Veya yıllardır gözlemlediğimiz bir husus; değişimi projelendiremiyor ve yönetemiyoruz.
İcranın başının değişim süreçlerini yönetebilecek kapasiteye kavuşturulmasını tartışmadan başkanlık sistemine geçişi kurtuluş gibi ele almak nafile bir çaba olsa gerek.
Başbakanlıkta bir Politika Koordinasyon Merkezine ihtiyaç olduğu tespit edildiğinden beri neredeyse beş-altı hükümet geldi geçti ama bu konuda gerekli adımlar bir türlü atılamadı.
Her bakanlıkta da bu merkeze bağlı çalışacak ekiplere…
Devletin her alanda sağlıklı bir biçimde vizyon, politika ve stratejik planlar oluşturması için bu merkezin ve bakanlıklardaki uzantısı konumundaki ekiplerin oluşması gerekiyor.
Aksi takdirde hükümetlerin değişim süreçlerini olgunlaştırması ve yönetmesi mümkün olamıyor.
Mevcut hükümetin bu temel sorunu çözmekten uzak ve bir o kadar da kısır atama tartışmalarına boğulmuş olması gerçekten üzücü bir durum.
Ve işin ana felsefesi yani değişimin yönü meselesi…
Değişim diye tabir ettiğimiz olgu aslında dünyada geçerli modellere yakınlaşma çabasından başka bir şey değil.
Dünyada gelişmiş ve gelişmekte olan devletler ekonomiyle ve haliyle piyasa aktörleriyle ilişkilerinde son derece hassas bir dönüşüme odaklanmış durumda.
Şöyle açıklamaya çalışalım:
Uluslararası ticarette ülkeler ikiye ayrılıyor.
Özel sektör oyuncularının uluslararası ticaret yapabilmek için siyasetçilere ulaşmak zorunda kalmadığı ülkeler ve diğer gelişmemiş ülkeler.
Bu eşiği aşabilmek için yapmamız gerekenler var.
En başta da siyasetçilerin reel sektörle ilişkilerini bir düzene sokmamız şart.
Bu konuda toplumsal dönüşüm için şu sıralar müthiş bir fırsatla karşı karşıyayız.
Yakın geçmişte Başbakanlık görevi yürütmüş bir siyasetçinin o döneme ait hesap hareketlerinde inanılmaz miktarlar olduğuna dair bir rapordan söz ediliyor.
Değişim istiyorsak, sistem sorununun önünü açmak niyetindeysek, bunun için toplumsal dönüşümün önemini biliyorsak, yapmamız gereken şey siyaseten bu garabetin üstünü örtmeyecek şekilde hareket etmektir.
Yıllardır değişim sürecini rayına oturtamamamızın en önemli sebeplerinden bir tanesi de siyasetçilerin hatta çoğu zaman siyaset dışı birtakım unsurların sürekli birbirlerini kollamaya çalışmalarıdır.
Eğer bu gibi temel konularda toplumsal irade netleşirse diğer sistemsel meselelerin çözümü de çorap söküğü gibi kendiliğinden gerçekleşecektir.
Örneğin su altyapısının geliştirilmesini engelleyen belediyecilik anlayışı halkın çıkarlarının önüne geçemeyeceğinden yerel yönetimleri yeniden yapılandırmak çok daha kolay olacaktır.
Devlet memurların değil yurttaşların devleti olacağından kamu personel sistemini gözden geçirip hizmetlerin etkinliğini ve verimliliğini artırmak kolaylaşacaktır.
Vergi adaletsizliklerinin üzerine gitmek, kamu harcamalarını disiplin altına almak, bütçe yönetimini etkinleştirmek, kayıt dışı ekonomi ile mücadele etmek, hazinenin iç borç yükünü azaltacak cesur adımlar atmak ve bunlara benzer onlarca konuda onlarca yıldır konuşulan ama bir türlü hayata geçirilemeyen değişimler hızlıca gündeme gelebilecektir.
Kervan yolda düzülemiyor.
En temel konular olan devletin değişimi yönetme kapasitesini artırmaya odaklanmak ve devletin ekonomi ile ilişkilerini gelişmiş ülkelerde uygulanan modellere yakınlaştırmak için siyasi irade oluşumunun siyasi partilerce temize havale edilmesi ve bu sürecin liderliğine talip olunması gerekiyor ki kervan yola çıkmadan düzülebilsin ve dar çıkar gruplarının değil halkın beklentilerinin gözetileceği icraatlar sorgusuz sualsiz hızlıca hayata geçirilebilsin.
Siyasetin çözmesi gereken ikinci konu ise dış dinamik meselesidir.
Ülkemizde değişim isteyen ve bu yönde doğru ya da yanlış bir şeyler yapmaya çalışanların AB’ci ya da Türkiyeci diye etiketlenmesi statükonun icat ettiği en çirkin yöntemdir.
Bu bizi çıkmaz sokağa sürüklüyor.
Çünkü değişim sürecinde dış dinamiklerin rolü çok büyüktür.
AB veya Türkiye ile iyi ilişkiler geliştirilmesi konusunda hassas olan insanları topluma “öteki” olarak lanse ettiğimiz zaman değişim sürecine en büyük darbeyi vurmuş oluyoruz.
Solda da sağda da maalesef bu hastalık bünyeye yerleşmiş durumda.
Örneğin 2018 yılında Türkiye’den sağlanan dış yardımların niye bir yıl önceye göre yarı yarıya düştüğünü konuşurken önce kendimizi sorgulamamız gerekiyor.
2018’de yıllık hibe ve kredi protokollerinin niye geciktiğini hatırlamak ve hatalardan dersler çıkarmak gibi bir ödevimiz var.
Seçim sonrasında bu hususu öncelikli konu olarak saptadık mı?
Bu husus madem o kadar önemliydi, bize bu hibe ve kredileri sunacak ülkede çok önemli bir seçime üç hafta kala o ülkedeki iktidara rağmen ve o ülkeyi de ilgilendiren konularda ters etki yaratacak birtakım açılımlar yapmamız ne kadar akıllıcaydı?
“Bu protokollerin imzalanması önemlidir” diyenlere “Türkiye para vermeyecek diye ödü kopuyor” şeklinde sözde eleştiri getirenlerin bir yıl sonra “UBP döneminde Türkiye iki katı yardım yaptı” diye serzenişte bulunmasının tezatlığını hiç sorguladık mı?
Görüldüğü üzere siyasal alanda bir sürü konu iç içe geçmiş durumda.
Sosyal bilimlerin güzelliği de zaten bu.
Siyaset çok boyutlu ama bir o kadar da tutarlı olmayı şart koşan; pratiği doğrudan toplumun bugününü ve yarınlarını ilgilendiren çok önemli bir alan.
Konuları genel olgu ve ilkelerden bağımsız ve günübirlik ele aldığınız takdirde verim üretemeyeceğiniz bir alan da aynı zamanda.
Dışişleri Bakanı sizinle konuşmadan Anastasiadis ile yemek yedi veya Maraş ile ilgili bir açıklama yaptı diye “bizim kültürümüzde biat yoktur ve olmayacaktır” kabilinden açıklamalar yaparsanız günün sonunda bilerek ve isteyerek “yaşamsal” bir konuda halkınıza zarar da vermiş oluyorsunuz.
Kısacası;
UBP-HP hükümeti “kervan yolda düzülür” mantığıyla kuruldu ve çuvallayacağının sinyallerini çok erken vermeye başladı.
Erken seçim borusu çalmak üzere…
Siyasi partilerin iki şeye odaklanması gerekiyor:
1) Değişimden ne anladıklarını özellikle ekonomi-devlet ilişkisi esasında gelişmiş ülkelerdeki modellerle de ilişkilendirip somutlaştırarak lafı eveleyip gevelemeden halka anlaşılır bir dille anlatmak.
2) Değişim süreçlerinin olmazsa olmazı sayılan dış dinamiklerle ilişkiler konusunu netleştirerek halkın birtakım haklı hassasiyetlerini iç siyasette avantaj elde etmek amacıyla kullanmaya çalışıp da halkın esenliğinin önünde engele dönüşmekten artık vazgeçmek.
Her yönüyle yozlaşmış ve çağdışı kalmış mevcut yapıda siyaseti anlamsız bir köşe kapmaca oyunundan ibaret olmaktan kurtarmak için gerçekçi, ciddi ve elle tutulur bir büyük siyasi projeye ihtiyaç duyulduğu aşikâr.
Bu aşamada siyasi partilerden ve / veya “ben de siyasette bir aktör olmak istiyorum” diyebilecek bireylerden beklenti sevgi pıtırcığı olmaları ve abartılı halkla ilişkiler metotlarına yönelmelerinden ziyade işte bu büyük projeyi ete kemiğe büründürmeye yapıcı katkı sağlamalarıdır.