Siyaset kurumuna yönelik yıpratma ve siyasi partiler arası ideolojik ve ahlaki farklılıkları yok sayan bir psikolojik hareketin en üst düzeyde olduğu şartların hakimiyeti son iki yıldır kendini ciddi anlamda öne çıkardı.
Özellikle, kuzey Kıbrıs’ta siyasi sistemi yeniden yapılandırma düşüncesi ile hareket edenler, siyasi partilerin temel farklarını yok sayarak ve “toplumsal ihanetler” ile “sıradan hataları” aynı potada eritmeye çalışarak, aynılaştırma, benzeştirme ve toplumsal umutları köreltmeye dönük yoğun çıkışlar yaptılar. Yine özellikle son iki yılda, “değişerek dünyaya entegre olma” manipülasyonu ile verili koşulları yani çözümsüzlüğü olağanlaştırma yönünde ciddi girişimlere tanıklık ettik. Değişerek dünyaya entegre olmanın ana ekseni olan neo liberal politikalar bağlamında sosyal, ekonomik ve siyasi transformasyon hedefi, egemen güçlerin kararlı bir şekilde Kıbrıslı Türk toplumunun kurumları ile emek cephesine dönük saldırısına ve bunun ön hazırlıklarına şahit olduk. Çözüm yanlılarına, “boş verin Rumları kurtuluşunuz KKTC’nin restorasyonundan geçer” diye söylev çekenlerle, dünyaya entegrasyonu KKTC’nin kısmi veya tamamen tanınmasında bulanların düşünsel hegemonyası altında seçim sürecine girdik. Bu noktada düşünsel hakimiyetini adanın kuzeyinde ciddi anlamda kurmuş olan bu görüşten, çözüm yanlılarının veya emek cephesinin etkilenmediğini söylemek abartılı olur. O denli ki, güney Kıbrıs’ta gerek D. Hristofiyas’ın seçim kaybının gerekse büyük ekonomik krizin kuzeyde ciddi karşılık bulmaması, sıradanlaştırılması, göz ardı edilmesi ilginçtir. AB’ye dair güvensizlik üretilmesi, güney Kıbrıs ile sosyal ilişkilerin çok azalmasının, çözüm düşüncesinin ötelenmesi anlamına geldiğinin eleştirisi bile pek etkisiz kaldı, karşılık bulmadı.
Bir kurultay komedisi ve UBP...
UBP’nin Kurultay komedisi elbette tüm bu ortam içerisinde, siyasete olan güvensizliği tırmandıran ana unsur halinde kendini gösterdi. Siyasetin kirlenmesinin en üst noktaya ulaştığı bu ortamda, UBP kurultayı toplumun ciddi anlamda zaman kaybına neden olan ve temelinde, iç siyasi kriz ötesi Türkiye merkezli bir hesaplaşmaya dayanan bir olguydu.
Sivil unsurlar...
Yine statükonun kırılması ve yıkılması değil, revize edilmesi üzerine kurulu görüşlere sahip, medyaya yakın ve desteği kendinden menkul belli sivil toplum sözcülerinin hedef şaşırtması da göz ardı edilemez. Geldiğimiz noktanın, hangi tarihsel süreçlerden geçip oluştuğunu ve yaşadığımız ana sorunun içinde bulunduğumuz kuşatılmışlık ya da vesayet rejimi olduğunu göz ardı etmeye çalışan bu sivil güçlerin, bataklığı görmeyerek sivrisineklerle mücadele planı adı altında sağa sola saldırması gündem şaşırtmıştır. Sosyal ve ekonomik analiz derinliğinden yoksun, adanın kuzeyindeki vesayet rejiminin neden, nasıl ve hangi sebeplerle oluştuğunu göz ardı ederek, “aynılaştırma” söylemi ile, farklı düşünsel ve siyasi dinamikleri kendi “biz”lerine sokma çabalarına çok etkili olmasa da tanık olduk.
Quo vadis TDP?
Seçim öncesi, TDP ile gerçekleştirdiğimiz ittifak arayışlarında yaşanan siyasi komedi, tarihe geçecek niteliktedir. Siyasi ittifaklar konusunda gösterilmesi gereken aşırı duyarlılık ve ciddiyetin, özellikle TDP Başkanı tarafından gösterilmemiş olması sol adına düşündürücü bir konudur. O denli ki, Sn Çakıcı’nın olayları tamamen saptırarak, samimiyetle çalışan kendi ekibinin bile girişimlerini sıfırlayarak kendini haklı çıkarma çabası ve ittifak yapmak istediği partiyi yalancılıkla suçlamaya kalkması manidardır. Günün sonunda TDP’nin tüm seçim stratejisini CTP’ye bel altı vuruşlar üzerine kurması şaşırtıcı olmamıştır. Çünkü, “biz kazanmayacağımıza göre CTP de kaybetmeli” görüşünün hakim olduğu bir siyasi iradenin, önce sendikaların liderliğine soyunarak popülizmin dik alasında boğulması ardından da yalan yanlış bilgilerle CTP’ye saldırması siyasi hayatımızda tarihi bir not olmuştur. İlke ve prensiplerin ayakaltına alındığı bir Çakıcı yönetiminin CTP’ye kaybettirme üzerine kurulu düşüncesi, ne Sn Akıncı’nın devreye girmesi ne Afrika gazetesi desteği, ne Lefkoşa’ya yeni kapı açma senaryoları ne de CTP adaylarına dönük mesnetsiz ve gayrı ahlaki saldırıları ile hayat buldu.
Çakıcı Başkanlığındaki TDP’nin başarısı ancak CTP’nin kaybetmesi durumunda söz konusu olabilirdi, niceliksel verilerle değil.
DP... Kendine demokrat bir parti!
Demokrat Parti’nin seçime erken başlaması ve güçlü bir aday çıkarması elbette önemli bir avantaj olarak not edilebilir. Seçim boyunca dikkatli bir kampanya yönettiklerine tanık olduk. DP’nin örgütsel gücünün çok ötesinde bireysel bir ilgi kaynağı olan Arabacıoğlu’nun seçimin parlak adayı olması, gerçeği değiştirmedi. Gerçek de DP’nin ne olduğu ile ilgiliydi. Özellikle DP Başkanı Sn. Serdar Denktaş’ın 6 Nisan tarihli “İrsen Küçük'e yanıt hakkımdır” açıklaması “kendine demokrat” bir partinin Başkanı için oldukça normal ancak evrensel anlamda sınıfta kalmış, geçerliliğini yitirmiş bir düşüncenin göstergesidir.
YKP-Baraka…
YKP’nin seçimlere katılması, bir siyasi varlık olarak halka dönük siyaset üretmesi, yüzünü halka dönmesi oldukça önemli olmuştur. Keza Baraka örgütünün Belediye meclis üyesi adayı çıkararak siyasi katılıma açık olduğunu göstermesi, sorumluluk üstlenmeye hazır olduklarını ortaya koyması anlamlı ve önemli bir konudur.
Mafya - Oy satın alma...
29 Mart tarihinde basına “Belediye’deki Mafya hangi adaya çalışıyor?” yansıyan iddiam, demokrasi adına, Kıbrıs Türk toplumunun siyasi iradesi adına dönen gizli hesaplaşmalara önemli bir işaretti. Trilyonlarla ifade edilen ve bir aday üzerinde dönen pazarlığın ne olduğu ve hangi aday için yapıldığını bulmak için dedektif olmaya gerek yoktu. Özellikle seçim öncesi Suriçi’nde yaşanan kavgalar kimin kimi olduğu, siyasi tarihimizin verileri ışığında açıktı.
Çekilen silahlar, Lefkoşa sokaklarında her gece yaşanan meydan kavgaları, kimin kim ve ne olduğunu ortaya çıkarmaya yetti.
UBP’nin bitmiş hali...
Büyük bir parti içi yıkım yaşayan UBP, seçime önceden girmiş olabilseydi, az da olsa belli bir oranda oyunu artırabilirdi. Ancak örgüt gücü günün sonunda ikinci parti olmasını sağladı.
Oylar düşüktü ama...
Katılımın görece düşük olması, siyasi partilerin almış oldukları oy oranları bakımından değil, ülke siyasetimiz açısından ciddi bir sorundur. Seçime katılmama bir umursamazlık mıdır, bilinçli bir tepki midir, siyasetten soğuma mıdır ? Tüm bunlar üzerinde ciddiyetle durmak gerekiyor. Ancak seçime katılmayan seçmeni bir blok oy olarak değerlendirmek herhalde en büyük yanılgı olur. Günümüzde batı başta olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde yaşanan “temsiliyet krizi”nin, bu ülkelerde seçime katılım oranlarını yüzde kırklara kadar düşürmüştür ki, bu durum günümüzde genel ölçekte siyaset kurumunun bir numaralı sorunudur.

Sonuç
Kendine özgü şartları ile seçimden başarı ile çıkmayı başaran CTP-BG’nin gerek bugüne gerek yarına dair siyasi iddiasını ortaya koymuş olması oldukça önemlidir. Hiçbir sonuç salt sayısal bağlama indirgenemez. Rakamların önemi yadsınamayacak olsa dahi, sosyal şartlardan bağımsız bir sonuç analizi kendi başına gerçekçi olmaz.
CTP-BG, örgütsel gücü ve siyasi iddiası ile seçimi başarı ile tamamlamıştır. Adayı olan şu anki Belediye Başkanı Kadri Fellahoğlu’nun etkin ve dengeli adaylık performansı yanında, güçlü siyasi kampanyası bu sonuçların ortaya çıkmasında önemli rol oynamıştır.
Ancak genciyle deneyimlisiyle, adım adım tüm Lefkoşa’ya parti gücünün yansıtılmış olması, örgütün yeniden öneminin hatırlanması, uyumlu ve etkili çalışmanın gücünün öne çıkması, ortak dil ve söylem birliğinin yarattığı sinerji bakımından çok önemlidir.
Siyasetin itibarı, demokrasi ve barış güçlerinin kararlılığı, Lefkoşa’nın kazanılması ile yeni bir ivme almıştır. Kazanan CTP-BG’dir, kazanan ülkemizi yaşanmaz kılanlara karşı cesaretle, korkusuzca “Kimdir be bunlar?” diyenlerdir. Bunlar, demokrasiyi katleden, barışın olmaması için halkın üzerinden her türlü entrikayı yapan, mafyayı siyasette besleyen, kibirlerine boğulup halkın beklentisine karşılık gelmeyen, bu sistemi değiştirmek yerine normalleştirmeye soyunanlardır. Adaleti, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını bu ülke insanına çok görenlerdir. Bunlar, üretimden kopuk bir yaşamla, ülke ekonomisini siyasi rant için kendinden güçlüye teslim edenlerdir. Halkımızın değerlerini peşkeş çekenlerdir. Bunlar, bel altı vurmayı ve imzalarını kullanmaktan bile korkup, gece yarıları Lefkoşa sokaklarında “Hade Barra” diye bize saldıranlardır. Genç dostlarıma saldırmayı marifet bilen sokak kabadayılarıdır.
Bunlar var oldukça, Naci Talat da, “Kimdir be bunlar?” söylemi de olacak! Ancak ilkeli siyaset için, adil bir düzen için kavga sürdükçe, elbette onlar da karşımızda olacak. Elbette birileri ürkecek, şikayet edecek ve bu sloganlardan korkacak. Zaten bu slogandan korkusu olanın bu ülkeye hayrı olmaz. Gün korkularımızla yüzleşme, hesaplaşma günüdür. Eğer daha iyi bir düzen yaratmak ve halka hizmet etmek istiyorsak!
Bugün artık halkın desteğini alan CTP-BG için hedef, daha somut ve sürdürülebilir bir düzene, Kıbrıslı Türklerin kendi kendilerini adalet

(YENİ DÜZEN-ASIM AKANSOY)

Editör: TE Bilisim