Konuşmak kolay yol almak zor.

Yürümek mümkün ama ilerlemek mümkün mü?

Boş laflarla dolan siyasetimiz,siyasetçilere olan güvensizliği de siyasete olan güvensizliği de tırmandırıyor.

Bu kurumlara olan güvensizlik elbette meclise, hükümete, kamuya ve kamu kurum ve kuruluşlarına dolayısıyla da devlete güvensizliği tırmandırdıkça tırmandırıyor.

Dahası yönetenlere güvensizlik arttıkça balığın baştan koktuğu gerçeği tüm alanlarımıza sızıyor. Ticaret ile uğraşanın, eczacının, doktorun, esnafın, avukatın, restoran sahibinin, taksicinin ve aklımıza gelebilecek herkesin bizi dolandırma potansiyeli olup, bu amaçla bize baktıklarını, yaptığımız her ödemede kazıklanmak üzere olduğumuzu düşünüp duruyoruz.

Devlet kurumlarına yapılan ödemelerimizde de hep bir hata bekliyoruz.

Nitekim oluyor da...

Yerli bankalarımızda hata yapılma ihtimali hep aklımızın bir ucunda.Bu nedenle yabancı bankalarla, sistemleri bize yabancı olsa da, çalışmayı tercih eder duruma geliyoruz.

Ve sonunda adım adım bizler biz olmaktan çıkıyoruz.

Bu güvensizlik öncelikle psikososyal yapımızı dağıtıyor. Bu dağınıklık sebebiyle karşınızdaki herkesin sizinle ilgili art niyet beslediğini düşündükçe kendinizi huzurlu hissetmeniz mümkün değil!

O halde bakın bize!

Neden hep huzursuz, hep güvensiz, hep saldırgan olduğumuzu anlamak o kadar zor değil. Üstelik yaklaşık 3 nesil hep bu ruh hali, mental bakış açısı ve beden rahatsızlığı ile yaşamaya devam etti/ediyor.

Böylelikle güvensiz ve kırılgan, öfkeli ve stresli bir toplum haline dönüştürülüyorsunuz.

Zaten çok işlerin yolunda gitmediği bir yapıyı içeren kronik durumumuz varken üstüne bir de pandemi giriverince işler daha da sarpa sardı ve biz artık iflah olamaz bir halde olduğumuza çoktan karar verdik.

Bir düşünün:

Bir yönetici, devletin en üst ita amirine güvenilmediğinden onun atadıklarına, atadıklarının yaptığı işe de güvenmeyip, yapılan her işin ardında bir çapanoğlu arıyoruz.

Müzakereler varmış da Cenevreye gidecekmişiz.

Üstüne üstlük bir de orada egemen eşitliği savunacakmışız.

Kim savunacak bunu?

Aslında Türkiye!

Neden?

Çünkü zaten bizi duyup dinleyen yok. Cumhurbaşkanımız herhangi bir açıklama yapmadan önce neredeyse Türkiye’den onay bekleyerek konuşup, onay gelmeden açıklama yapamaz halde.

İyi de Kıbrıs Cumhuriyeti, Yunanistan, İngiltere, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği başka bir şey için konuşup çalışıyor, biz uslu çocuk olarak köşemizde bekliyoruz, Türkiye bizim yerimize tek başına konuşuyor ve federal bir çözüm artık istemediğimizi söylüyor. Biz de bunca gerilim, güvensizlik içerisinde dinlenmeyi, anlaşılmayı bekliyoruz. Dahası anlaşılmayı beklerken kendimiz bile anlatamıyoruz. Bunun yerine şikâyet edenler ve susanlar şeklinde ikiye bölünmüş olarak sergileniyoruz!

Hangi durumda olduğumuzu bu açıdan değerlendirip

Sonra sağlıklı bir toplum, birlik ve bütünlük, devlet veya aynı amaç için bir araya gelebilme umudumuz nasıl olsun?

Birlik algısı yaratılamayan her toplum/topluluk hem dağılmaya hem de yok olmaya mahkumdur beyler!

O nedenle şimdi dağılabiliriz.

Belki de tam bir dağılma ve amaçlardan uzaklaşma bizleri kendimize getiri.

Dr. Çiğdem DÜRÜST