“İktidarımızı ispat ediyoruz. Kimsenin bizleri sorgulayamayacağını gösteriyoruz. Tüm yetkinin bizde toplandığını öğretiyoruz!” mantığıyla alınmış Bulaşıcı Hastalıklar Üst Komite ve Bakanlar Kurulu kararlarını mantık ile açıklamaya çalışmayın çünkü mümkün değil!

Bankalar, marketler, telekomünikasyon hizmetleri harıl harıl çalışırken, bankaların sermayesi olan para onlara non-stop kazandırırken; küçük işletmelere sahip esnaflar, berberler, kuaförler, konfeksiyonlar, elektronik mağazaları, aksesuarcılar, mobilyacılar, inşaat sektörünün büyük bir kesimi, restoran ve kafe işletmecileri… bir buçuk senedir korku içinde bir yandan sağlıklarını korumaya çalışırken öte taraftan varoluş mücadelesi veriyor, verdikçe de eritiliyorlar.

Bakıyoruz, kumar sektörü ve alt bileşenleriyle otellerse asıl kaymağı toplayanlar oldular, oluyorlar, olacaklar…

Bir şekilde, görünmez bir elin fazlasıyla onları koruyup kolladığı, buna karşın çalışanlarının yine de haklarını gaspetmeyi sürdürdükleri değişik bir kölelik sistemi çerçevesinde çalışanlarını kapatarak dahi olsa ekonomik faaliyetlerini kesintisiz sürdürebilsinler diye kararlar üretilebiliyor!

***

Buna sağlık koşulları gereği önlem almak ve toplum sağlığını korumak diyorlar.

Kamu kurum ve kuruluşlarında dahi önlemlerin alınamadığı, tek bir maskeyle sağlığın göstermelik olarak korunuyor olduğu hissi yaratılan bu saçma sistemsiz sistemin içinde devleti yönetenler, “Biz yönetiyoruz” şeklinde böbürlenmelerine devam etmeyi görev edinmişler kendilerine…

***

Bir yanda Kıbrıs sorununun umutsuzluklarını, öte yandan sürdürülemez bir ekonomik ve siyasal yapının verdiği olumsuzluklarla birlikte halkın içinde bulunduğu psikolojik kaos ortamı kişileri eve kapatarak benci, kültüre dokumuzla asla uyuşmayan bir mantıkla yaşamaya zorluyorlar.

Bu hastalığın kronik rahatsızlıkları olan ve yaşlı olupfizyolojik direnç sergileyemeyecek olanlar dışında ciddi bir etkisi olmadığı belirlenmiş olduğu halde, ne acıdır ki hükümet edenlerin kendilerini iktidar sahibi saymalarına imkân veren belki de ilk fırsat olduğundan, tepe tepe değerlendirmeyi tercih ediyorlar.

Böylece ekonomik kaygılara kapılarak, yaşamını idame ettirme kaygısı yaşayan insanlarımızın diğer daha büyük ve kapsamlı sorunlara odaklanamamasına neden olurken, siyasilerin de rahatlayarak derin bir nefes almalarına yardımcı oluyor.

Bir tür ego tatmini de diyebileceğimiz son bir buçuk yıllık düzenimiz, ne acıdır ki şimdilerde sona erecek gibi de görünmüyor!

***

Oysa iyi tasarlanmış, hastalığın gerçek anlamda risk teşkil ettiği grupları sosyal devlet gereği koruyabilecek bir düzeni kurabilmiş olsaydık, onların öncelikli aşılanmaları ve düzenli sağlık kontrollerini ortaya koyabilseydik, şimdiye çoktan bu işin içinden alnımızın akıyla çıkmış, dahası sistemimizi geliştirmiştik.

Aradan bir buçuk sene geçtiği halde, arpa boyu yol katetmeye uğraş vermemiş kamu sistemimiz, ne acıdır ki kamu hizmetlerine erişimi çevrimiçi hale getirecek düzeni bile kuramadık. Bir buçuk yılda yasal düzenlemeler modernleştirilebilirdi.Yasama organımız, kimin iktidar olacağı kavgasını bir yana bırakıp gerçekten aldıkları maaşları hak etmiş olsalardı...

Ama önceliğin ne olduğunu zaten yukarıda açıkladık.

***

Ve saat 21.00’den 22.30’a kadar lütfedip akşam saatlerindeki tutsaklığımızı bir buçuk saat daha azaltmayı lütfettiklerini Bakanlar Kurulu kararı olarak açıklayarak bundan bizim mutlu olmamızı bekleyen bir düzenin statükocularına neyi anlatabiliriz ki?

Kendi üretimimizi, en azından tarım ve çiftçilik faaliyetlerimizi geliştirip, yasal boyutu kolaylaştırıp, öte taraftan ithalatı mümkün olduğunca azaltacak şekilde ticaret ve sanayi faaliyetlerimizi artırmak ve yerli malı kullanımı örgütleyebilmiş olsaydık siyasi partiler içi ve arasındaki kavgaları bir yana bırakarak şimdilerde çoktan sona yaklaşmış ve yepyeni bir sistem kurmuş olmaya hazırlanıyor olurduk.

Hatta belki de egemen eşitlik kavramı altında daha dolu gerekçeler koyabilecek hale bile geldik diyebilirdik.

Olmadı.

Dr. Çiğdem DÜRÜST