Bana dokunmadığı müddetçe, yılan bin yaşasın!

Ben maaşımı alıyor muyum? Tamam o halde mühim değil ötekiler.

Ben aşımı oldum mu? Tamam, kanser hastası komşum henüz olmasa da dert değil.

Şu anda yapılan düzenlemelerde bana dokunacak bir şey var mı? Yok. O halde ötekiler de ne halleri varsa yaşasınlar.

***

Bencilleşmenin en sıkıntılı aşamasında, birlik ve bütünlüğün en ciddi ihanet noktasına taşındığı günlerdemiyiz, yoksa eskiden beri mi böyleydik anlamakta güçlük çekmemek elde değil.

Dahası pandemi bizleri öyle bir noktaya taşıdı ki, her koyunun kendi bacağından asıldığını düşündüğümüz ve hatta tatbik ettiğimiz günlerdeyiz.

Ama bu bizim sonumuzu ciddi şekilde hazırlıyor. Haberiniz ola!

Kamudakini özel sektördekine, öğretmeni memura, doktoru yargıya küstürerek, polisi askerle kavga ettirip, hemşireyi de diğer tümünün gözünde hiçleştirerek nereye varacağız diye düşünme zamanı geldi de geçiyor bile.

Evet hakkını arayan bir toplum gibi görünüyoruz ama hangi hakkımızı aradığımıza yönelik biraz derinlemesine inceleme yapıldığında esasında kişisel haklarımızın peşinde koşuyor, meseleler ancak bize dokunduğu zaman olan bitenden rahatsız oluyoruz.

Toplum olma bilincimiz o kadar yitirmişiz ki, her türlü adaleti şahsileştiriyor; torpil ve partizanlıkla çözmeye çalışıyoruz. Bu durum bizi öyle bir hale getirdi ki en küçük bir kamu hizmeti alma noktasında bile eş dost arıyor, aracılarla işlemlerimiz gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Memlekette ne işimiz olursa olsun bir şekilde kişiye özel uygulama bekliyor, galiba bunu da istiyoruz.

***

Çivi öyle bir oynamış durumda ki nezaketten adalete kadar tüm değerlerimizi sorgular hale geldik.

Hatta yasaların kime ne kadar işlediğini bile!

Yolunda giden bir işimiz olduğunda illa ki işin içinde bir çapanoğlu arayıp kılı kırk yarıyor,sonra da kendi meselemizi çözmüşsek uğraşıp düzeltmek yerine dönüp arkamızı gidiyoruz.

Sokaktaki çöpten, yanmayan sokak lambasına, asfaltlardaki çukurlardan eğitim alamayan çocuklarımıza kadar kendimiz için mücadele edip diğerleri ne yaparsa yapsın bakış açısı ile yaşamlarımızı sürdürüyoruz.

O kadar sindirilmiş ve korkmuş, bezdirilmiş ve çaresiz durumdayız ki patronun 10bin lira geliri olan bir çalışan asgari ücret üzerinden sosyal güvenlik primlerini veya ihtiyat sandığını yatırmasını sorgulamıyor, sıradanlaştırıyoruz.

Günü geçirip sadece belki yarını kurtarıyor, ama bir hafta sonrasını planlaması aklımıza bile getirmiyoruz.

Günün sonunda ne acıdır ki gelinen noktada öfkelenmek ve sorgulanmak için düzensizliğin ve tarifini tanımını tam olarak düşünmeksizin isyanımızı sadece bize dokunanlar için yapıyor, her geçen gün bizi yutmaya hazırlanan ve hatta pek çoğumuzu yutmuş olan bir canavarın midesinde başımıza gelecekleri yok sayarak yaşıyoruz.

Biz ciddi bir dejenerasyona uğrayan toplumun halen daha uyanamamışüyeleri olarak her şeyin daha kötüye gitmesini siyasetçilerimize mal ederek sorumluluğu da üzerimizden kolayca atıyor, sonra yine kendi eşimizi dostumuzu meclise gönderip, kendi çıkarlarımız için oy veriyoruz.

Toplumun dışında olmayan, bizim etkilendiklerimizden aynen etkilenmeye devam ettiğini görmezden geldiğimiz politikacılarımızın da kendilerinden ne beklendiğini bu şekilde kodlamalarına göz yumarak tekrar tekrar aynılarını meclise gönderip kabinede yer bulmalarına yardımcı oluyor, sonra da şikayetlerimizi seslerimiz geçici bir şekilde yükselterek kendimizi tatmin ediyoruz.

Elbette günün sonunda sıfıra sıfır, elde var sıfır noktasında kalakalıyoruz işte…

***

Bu halimizle hiçbir yere varmayacağımız gibi bu tükenmişlikle ellerimizle varlığımızı altın tepside sunuyoruz. Hakarete uğramaktan rahatsız olanlar da, rahatsız olup görmezden gelenler de, hiç görmeyenler de aynı zararı göreceklerini anlayamadığımız gibi, bize doğru son sürat çarpmaya hazırlanan yokluğun pençesinden hiç birimizin kurtulmayacağını fark edemiyoruz işte…

Bedeli çok ağır olacak!

Aklını kullanmayan hiçbir toplum varoluş mücadelesini kazanamamıştır.

Bilin ki bizler de kaybetmek üzereyiz.

Benim içim yanıyor…

Sizinki?

Dr. Çiğdem DÜRÜST