Kıbrıs’ta Yunan işgaline ve soykırıma dur demeseydi anavatan Türkiye, bugün nerede olurduk, sonucu ne olurdu, düşündünüz mü hiç?

Yunan işgaline ve Rum’un terörüne direnmeseydi Kıbrıs Türk’ü ve Anavatan Türkiye ile Mehmetçik yetişmeseydi, bugün yoktu Kıbrıs Türkü.

49 yıl önce bugün, Kıbrıs Türkü’ne Özgürlüğünün Bayramı, gözyaşı ve kan bedeli ödenerek hediye edildi.

Kıbrıs Türk halkının mücadelesi ve anavatan Türkiye’nin desteği ile Barış ve Özgürlüğümüz var edildi.

Kıbrıs Türkünün, Barış ve Özgürlüğe kavuştuğu o günden bugüne, neredeyse yarım asırlık süre, 49 yıl geride kaldı.

Geride kalan 49 yılın muhasebesini yapmak ise Kıbrıs Türk siyaset kurumu ile Ankara Hükümetlerinin gerek Kıbrıs Türk toplumuna gerekse Anadolu halkına karşı bir ödevi ve kaçınılmaz bir sorumluluğu bugün.

20 Temmuz 1974 sonrası her şeyin güzel başladığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Kalkınma hamleleri, kurulan fabrikalar, geliştirilen oteller, kurulan Belediyeler ve genişletilen hizmet ağı, sağlık ve eğitim alanındaki eksiklerin giderilmesi, hastane ve okulların inşaatı, üretim ve kooperatifçiliğin geliştirilmesi, narenciye üretimine, tarımsal ve hayvansal ürün ihracatına dayalı üretim politikalarının geliştirilmesi ve benzeri kalkınma hamleleri ile yeni dönemin inşasına yönelik eylemlerin varlığını inkar edecek bir tek Kıbrıs Türkü bulamazsınız.

Gerek Kıbrıs Türk Federe Devleti gerekse Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin kuruluş aşamasından başlayan “Devletin Devlet” gibi yönetilmesinde olmazsa olmaz olan iki bacaktan biri olan fiziksel altyapı ve fiziki gerekliliklerin neredeyse tamamı 49 yıl öncesinden başlayarak anavatan Türkiye tarafından sağlanmasına rağmen neden “Devletin Devlet” gibi yönetilemediğinin cevabında saklı aslında her şey…

Ve aslında böylesi bir soru cevabını 49 yıldır aramakta.

Kimilerimiz bilse de ya utancından ya da işine gelmediğinden sorunun cevabını vermemekte ya da verememekte.

Cevap ise “Devletin Devlet” gibi yönetilmesinde olmazsa olmaz olan iki bacaktan diğeri olan adalete ve liyakata dayalı yönetim ilkesini uygulayacak ve popülizme esir olmayan gerek seçilmiş ve gerekse atanmış Devlet kadrolarındaki insan varlığının eksikliğinden bir başkası değil.

Kıbrıs Türkü sağ ve sol görüş fark etmeksizin mevzilerde omuz omuza çarpıştığı günlerden bugünlere neden ve nasıl geldiğinin cevabını da ayrıca bulmak zorunda.

Devleti Devlet gibi neden yönetemediğimizin de cevabını vermekte üç kelimecik ; adalete dayanmayan yönetim.

Adalete dayanmayan yönetim tek bir cevap gibi görünse de 49 yılın özetini anlatan koskocaman bir cümle aslında.

Her şey varken, her şey sağlanmışken ve zor günler geride kalmışken başaramadık ve daha doğrusu başarmak istemedik.

Milli mücadele ve varoluş yıllarında silah ile başardıklarımızı barış günlerinde kalem ile yüzümüze gözümüze bulaştırdık demek ve bu gerçeği kabul etmek zor da olsa, 49 yılın özeti ne yazık ki bu.

Geriye baktığımızda geçen yarım asırlık sürede, tüm yaşananlardan ne Anavatanın ne Anadolu halkının ne Mehmetçiğin ne de Mücahitin zerre kadar ne suçu var ne de kabahati.

Kabahatin çoğu da ne yazık ki Devleti Devlet gibi yönetmek ve adaletli bir yönetimi olmazsa olmaz yapmak yerine popülizmin esiri olarak 20 Temmuz’a, 15 Kasım’a, 29 Ekim ile 30 Ağustos’a ihanet eden bizlerden başkası değildir.

Hepimiz ortağız. Çünkü işimize böyle gelmiştir.

Her yerde yaratılan statükocuklar ile 49 yılı geride bıraktık.

Seçilmiş ve atanmışlarımız da düzen devam etsin devran dönsün diye göz önünde sahte Don Kişotlar gibi statükolara saldırıp kapalı kapılar ardından statükoları ve aktörlerini daha da şımartacak kararlara hep imza attılar.

Türkiye karıştığına adına müdahale diyerek Kıbrıs Türk solu ve sendikaları ile anlaşıp sokaklara döken de, Devleti Devlet gibi yönetmemenin nedeni olarak dış mihrakları ve Rum tarafını gösteren de, dün Kıbrıs Türkü için savaşıp bugün Türklüğünden utanan Kıbrıs Türk solu da, sürdürülebilir bir yeni antlaşmanın önünde Devletinden utanan Kıbrıs Türk solunun aktörleri de, top yekün bu topraklara ihanet içerisindedir…

Kalem ile adaletsiz yönetimleri statükonun bekçisi haline getirip ister sağ ister sol görüşlü olsun birlikte savaşan mücahit Kıbrıs Türkünün Devletinden ve Anavatanından uzaklaşmasına neden herkes toplum vicdanında suçludur.

İtiraf etmek acıdır ama yan gelip yatarak, har vurup harman savurarak, anavatan’dan gelen kaynakları hortumlayarak bu statüko hepimizin eseri.

Ve hepimizin eserinin en acı sonucu da Kıbrıs Türkünün Devletinden soğumasından başka bir şey değil.

Milli mücadele ve varoluş yıllarında silah ile başardıklarımızı barış günlerinde kalem ile yüzümüze gözümüze bulaştırdık demek ve bu gerçeği kabul etmek zor da olsa, 49 yılın özeti ne yazık ki bu.

Siyaset kurumun tüm aktörleri olarak sizler ve sizlerden çıkar sağlamak için üç maymunu oynayan bizler, 49 yıllık eserimiz ile ne kadar övünsek az.

Acı ve utanılacak yeni bir 49 yılın daha olmaması ise Kıbrıs Türkünün yeni nesillerinin görevi ve toplumsal sorumluluğu.

Yeni nesillerimizin tek çıkar yolu ise geçmişini unutmadan yeni bir gelecek kurmak zorunda olmaları.

Milli mücadele ve varoluş yıllarında silah ile başardıklarımızı barış günlerinde kalem ile yüzümüze gözümüze bulaştırdık demek ve bu gerçeği kabul etmek zor da olsa, 49 yılın özeti ne yazık ki bu.

Ve her şeye rağmen insan olan ve bu toprakları vatan bilen her Kıbrıslı Türkün, Barış ve Özgürlüğünün Bayramı kutlu olsun.