Patlamaya hazır bir barut fıçısının üzerindeyiz. Birileri ellerindeki ateşle bu barut fıçısının kapaklarını aralama mücadelesinde.
Yine aynı tuzak. Yine aynı galeyan.
Kardeşi, kardeş kanında boğma planının bir başka yansımasıdır şu an yaşananlar.
Anlayıştan uzak, ortak değerleri neredeyse hiç kalmayan iki kocaman demografik yapının birbirilerine karşı yürüttüğü psikolojik mücadeleden ibarettir içinde bulunduğumuz süreç.

Milliyetçilik söylemlerinin kimilerince ayaklar altına alındığı bu dönemde, Türk Milliyetçiliğinin Kürt Milliyetçiliğine, Kürt Milliyetçiliğinin de Cumhuriyet tarihine düşman edilmeye çalışıldığı çok tehlikeli bir sürecin içerisindeyiz.

Empati kurdurtan sosyolojik değerlerin tüketim çağıyla birlikte hızla yok olmasının ardından ne empati yapacak ortak bir yürek kaldı, ne de günümüz insanlarının kalbinde en ufak birer saygı ibaresi.

Değerlerin yozlaştığı bir dönemde milliyetçilik kavramları da tamamen köklü bir değişime girdi.
Çanakkale’de destan yazan, ortak bir devlet kuran bir milletten geriye, ne yazık ki neredeyse ortak hiçbir milli değeri kalmayan bir millet durumuna gelindi.

Toplum mühendisleri milli değerlerin de kimyasını bozdu. Bırakın farklı etnik değerlere saygıyı, kardeşin kardeşe, evladın anasına babasına saygısı kalmaz hale getirildi. Yani insanlık yitirildi.

İç politika, dış politika dış mihraklarca öyle bir örümcek ağıyla örüldü ki, toplum mühendisleri milletin kendi özünü bulmasına asla müsaade etmedi.

Türk Kürde, Kürt Türk’e düşman edilmeye çalışılırken vatan ve millet kavramları da her geçen gün daha bir tarumar edildi. Toplum mühendisleri bununla yetinecekler miydi? Tabii ki hayır.

Anavatan Türkiye Yavru Vatan Kıbrıs’a, Yavru Vatan Kıbrıs Anavatan Türkiye’ye başka gözlerle bakar duruma getirildi.
Bu ortak değerlerin son nesli olan atalarımız yerini öz kültüründen, öz değerlerinden kopuk yeni bir nesle bırakınca da olanlar oldu. Yeni nesil bu mirasa sahip çıkamadığı gibi hızla tüketti de tüketti.

Batı, toplum mühendisleri eliyle bu milletten bu devletten öyle sinsi şekilde intikamını aldı ki, “İntikam soğuk yenen bir yemektir” sözünün gerçekliğini bir kez daha gözler önüne serdi.
Yavaş yavaş zehirlendi bu millet.

Öyle ya da böyle, Türk Milliyetçiliğinin değişmeyen değerlerinden olan din olgusu, tahtakurusu girmiş bir ağaç gibi içten içe kemirildi. Bu çürüyüş Türk Milliyetçisini de yavaş yavaş ülkenin doğusundan daha da uzaklaştırır duruma getirdi.

Aynı din olgusu ülkenin doğusunda da her daim çok saygı duyulan ve çok önemli bir kontrol mekanizmasıydı. Fakat 1980 döneminin de etkisi ve ayrıca, zamanla Avrupa ve Ortadoğu ile daha içli dışlı bir hale gelen yeni nesil Kürt jenerasyonu da bu değerini kaybedip kendi hükümranlığı peşinde koşar duruma getirildi.
Nasıl mı?

Bırakın okumayı, Türkçeyi bile konuşmayı bilmeyen eğitimsiz ve ötekileştirilen bu büyük demografik yapı, batının sinsi politikasıyla gizlice eğitildi de eğitildi. Ardından mağduriyet psikolojisi kapsamında batı tarafınca sımsıkı kucaklandı. Dezenformasyon da bu sürecin en büyük silahı oldu.

Millet açısından din olgusu her şey demek miydi, tabii ki hayır… Ama çok şey demekti.
-Her insan dini görüşünde de bir o kadar özgür ve kendi dinini de bir o kadar rahat bir şekilde yaşayabilmelidir. Bunu da dipnot olarak belirteyim.- Ama bu değerlerin yozlaşması toplum mühendislerinin çok fazla işine geldi.

Şimdi, ülke resmen kurtarılmış toprakları andıran türden sorunları yaşıyor. Karadeniz karıştı, ülkenin doğusu hiç bitmeyen terör olaylarıyla kaynıyor. Kıbrıs farklı türden bir milliyetçilik kavramıyla tamamen ecdattan koparılmaya çalışılıyor.

Sonuç olarak gelinen süreçte yeni nesil Türkler provokasyona daha bir açık, yeni nesil Kürtler de sağduyudan çok uzak, daha bir gaddar ve acımasız. Sokaklarda ne için taş attığını bilmeyen veya içi yolcu dolu bir otobüse neden molotof kokteyli attığını sorgulamayan yeni gençlik de bunların en büyük ispatıdır.

Ama bilinmeli ki bunların tamamı toplum mühendisliğinin yeni inşa çalışması. Acı getirecek bu çalışmalara dur diyecek olan da milletin ta kendisidir. Milletimiz 1980’lerde çok fazla bedel ödedi. Yapımcı ülkeler aynı senaryoyu farklı aktörlerle yeniden ülkemizde gösterime sokma çabasında. Bu filmlerin aktörleri hep toplum mühendisliği figüranları da milletimiz ve devletimiz oldu. Yapımcı devletlerin o kadar büyük kazanımları oldu ki, bu filmi farklı aktör ve figüranlarla yeniden gösterime sokma gayesindeler.

Bu sorun bugün çözülmezse yakın gelecekte bir sonraki jenerasyonla çok daha tehlikeli bir hal de alabilir. Korkum tamamen bundan ibarettir.