Kıbrıs’a ilkbaharda gelen göçmen bir kuşun, karabaşlı ötleğenin namıdiğer pulyanın avlanması artık yasak olmasına karşın yüzyıllardır Kıbrıs’ta pulya avlanıyor. AB tarafından koruma altına alınan göçmen kuşlar arasına girince avı yasaklanan pulya kuşunun turşusu, Kıbrıs’ta çok eskiden, 1550’li yıllarda dünyaya ihraç edilirmiş.

Pulya, insanlığın ürettiği en vahşi avlama mekanizması sayesinde avlanır. Mikşa (sümük ağacı) meyveleri ezilerek, balla karıştırılır ve elde edilen bir tür tutkal zeytin veya nar dallarına sürülerek gündüzden kurutulur. Gece vakti pulyaların uğrak yeri olan ağaçlar seçilerek, “ökse” de denilen tutkallı, yapışkanlı çubuklar ağaçlara yerleştirilir. Kurdukları tuzakların bulunduğu ağaçlara pulyaları göndermek için kuşları rahatsız eden avcılar, pulyaları tuzak döşenmiş ağaçlara yönlendirir. Pulya bu ağaçlara konduğunda ayakları tutkallı dallara yapışır ve yerinden hareket edemez hale gelir. Ayakları yapışkana yapışmış pulya boynu kırılarak öldürülür ve sertleşmemesi için önceden açılmış bir çukurda av bitene dek bekletilir. Av bitince toplanan pulyalar çukurdan alınır, tüyleri yolunduktan sonra iç organları temizlenmeden suda haşlanır. Pulya sabaha karşı avlandığı için ve sabahın erken saatlerinde midesi boş olduğundan iç organları temizlenmeden pişirilen ve turşusu kurulan bir kuştur.

Halkbilimi Dergisi’nin 1989 yılında basılan 15. sayısında, Engin Anıl ve Ecdan Kanatlı’nın kaleme aldıkları araştırma yazısında pulyanın nasıl avlandığını okuduğumdan bu yana, pulya avlayanlar, pulya turşusu yapanlar ve pulya yiyenlerle aram açık olagelmiştir. Yeniboğaziçi (Aysergi)köyünde eskiden sıklıkla restoranlarda sunulan pulya ve turşusu, Güney Kıbrıs’ta birkaç yıl öncesine dek yasağa rağmen senede 250 bin adet olmak üzere hala avlanabiliyordu.

Bir hafta sonu yazısı için keyif kaçıracak denli zalimane bilgileri sizinle paylaşmamın nedeni, pulyalara yaptığımız acı infazların bedelini bugün tüm Kıbrıs olarak ödediğimize olan inancımdır. Bugün Güney ve Kuzey Kıbrıs’ta ökse tuzağına yapışmış pulyalar gibi ayaklarımızı yapıştığı yerden nasıl kurtaracağımızı düşünüyorsak boşuna değildir. Afra taframızdan geçilmiyordu ya bizlerin, dünyanın en zeki ada toplumlarından biri olduğuna inanıyor, az çalışıp çok kazanarak paranın keyfini sürüyorduk ya hani; şimdi Güney’i ile Kuzey’i ile, kafalarımızı boyunlarımızdan kıracak eller ayaklarımızdan yapıştığımız tuzaklara doğru yaklaşıyor...

Avlandık; tüm ada, topyekun, pulya tuzağının kurulduğu yapışkanlı çubuklara ayaklarımızdan yapıştık. Ya acı bir operasyonla, ayaklarımızı yapıştığı ağaç çubuklardan kurtaracaklar ya da pulya turşusu olarak Ada’yı daha hızlı terk edeceğiz ve iki toplum olarak Kıbrıs’tan ihraç edileceğiz. Pulyaların ahı ya da intikamı deyin istersiniz siz buna... Topal kuşlar olarak eski havamızdan eser kalmamış bir hayat süreceğiz bundan böyle veyahut göç yoluyla ülkemizden ayrılacağız. Rumların battığından bizim ekonomimizin uçtuğundan bahsedenlere aldanmayın. Öyle bir uçuyor ki ekonomi, batan batana...

Pulya avının tarihçesinden çıkaracağımız en büyük ders, mütevazı bir hayat sürmenin sırrına erişmemiz gerektiğidir. Ayaklarımız acıya acıya koskocaman, pek lüks arabalarımızdan aşağıya ineceğiz önce. Boyumuzun büsbüyük villalarla, ihtişamlı malikanelerle uzamadığına dank edecek kafalarımız. Borç içinde kıvranarak yaşamak yerine yavaş yavaş ve istrikrarlı büyüyerek, elimizi kolumuzu bankalara ve o meşhur “finans şirketleri”ne kaptırmadan akılla hareket etmeyi öğreneceğiz. Hesapsızca risk alanları ve akılsızca adım atanları toplumdan dışlayacağımıza, onlarla dayanışmamız gerektiğini çünkü bu ülkeden gitmek zorunda kalanların, hatta arkalarında katlanılması çok zor bir acı bırakarak dünyadan ayrılmaya düşünenlerin bizim insanımız olduğunu unutmayacağız ve birilerinin hatalarının bedellerini böyle ödememeleri için onlara olabildiğince anlayışla yaklaşmanın yollarını bulacağız.

Pulyalarla hazır yoğun bir empati kurmuşken yurttaşın içine düştüğü sıkıntılara empati ile yaklaşmayan, sorun çözmeyen ve kendi komisyonlarının peşine düşen siyasetçilere neden geçit vermememiz gerektiğini kavrayacağız. Basit yaşayarak mutlu olmanın mümkün olduğunu, mutluluğa ve huzura açılan kapının ve anahtarının altından olmasına hiç gerek olmadığını idrak edeceğiz. Aksine som altın kapılara ve altın anahtarlara sahip olmak istedikçe pulya avı kurbanlarına dönüşebileceğimizi göreceğiz tek tek...