New York’ta Birleşmiş Miletler yüksek düzeyde ‘barış kültürü’ üzerine tarihi denecek bir konferans gerçekleşti. Bu hareketin oluşmasının 25’inci yılı geride bırakılırken, arkasından diziler şeklinde gelişecek adımlar belirlendi.

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban ki-Moon açılışı yaparak Evrensel Barış Kültürü mesajı verdi. ‘Benim inancım şiddet ve savaşa karşı en güçlü silahlar füze ve roketler değil paylaşılan değerler, ortaklaşa oluşturulan barış vizyonu, gelişim ve insan hakları ve bizim için gerçekten anlam ifade eden barış kültürüne duyulan evrensel özlem olmalıdır. Birçok farklı kültüre sahip olabiliriz ama biz hepimiz tek bir aileyiz ve hepimiz herkesin saygınlığını ve insan haklarını korumakla yükümlüyüz" dedi..


BM söz konusu olunca, hele hele barış çabalarından söz edildiğinde bir çok kişi dünyanın birçok köşesinde yaşanan acı dolu şiddet dolu olayları dile getirerek tepki koyacaktır. "BM bugüne kadar ne yaptı ki!" diyerek karşı çıkacaktır. Burada ne BM savunuculuğunu üstlendik, ne kusursuz de oluşu iddiası gündemde.


Ama toplumumuzda olan biten her şeyden bıktığımız, umutsuzluğa kapıldığımız bir dönemde, ekonomik refaha dayalı istikrarlı bir gelecek umudunun dibe vurduğu her güne bir krizle uyandığımız bir dönemde; ‘Barış kültürü neymiş! Öyle şeylerle uğraşacak ne halimiz, ne lüksümüz var!’ diyenlere söyleyebilecek tek bir şey var; ‘Aslında tam da ihtiyacımız olan budur!’

Bıkkın, bavulunu toplayıp kaçmaya her an hazır, her şeyi bilen, eleştiren ama elini taşın altına koymayan bir toplum olmuşuz. Üstelik etrafımızda dünyada yaşanan bu kadar yoksulluk, acı ve kana duyarsız kalabiliyor, sadece her şeyden şikayet ederek bunu sosyal medyada veya kahve yudumlarken dile getirmekle yetiniyoruz.


Çevre kıyımına, hasta haklarına, haksız atamalara, eğitimde yaşananlara sadece homurdanan, bıkkın, birbirini kıskanan, bir şeyler yapanın da önünü tıklayarak kendine benzetmeye çalışan bir topluma dönüştük.


Ama her şeyden daha acı olan "helal olsun" diyerek paralar döküp eğittiğimiz gençlerimiz ve çocuklarımıza tutunacak iddialleri, inançları, değerleri vermekten aciz kaldığımızı, temel hakları olan temiz, adil ve barışçıl bir düzen vermek yerine, umutlarını günlük bireysel çıkarlarımız için gömdüğümüzü, onları uyuşturucu, içki ve kumara kaptırdığımızı, en iyi ihtimalle ise onları göç yollarına gönderdiğimizi de mi görmemezlikten geleceğiz? Yarını belirsiz çocuklarımızın geleceği de mi bizi endişelendirmiyor ve harekete geçmemize neden olmuyor?


İşte barış kültürü oluşturmak, yaşatmak tam da bu noktadan başlayarak kendi çocuklarımız ve dünya çocuklarını kendimizinkiler kadar benimseyene kadar devam edecek bir süreçtir. ‘Çeşitlilik içinde birlik’ kavramını içselleştirmek, başkalarını din, dil, ırk, cinsiyet, ekonomik durumları, siyasi tercihlerine göre ayırmadan. toplumsal refah için bencillikten uzak adımlar atmayı öğrenmektir. Barış eğitimini özellikle erken yaşlardaki çocuklardan başlamak üzere tüm çevrelerde, iş yerlerinde, kurumlarda devletin her kademesinde, üniversitelerde adım adım uygulamaya koymaktır..


Barış kültürü gerçek anlamda toplumsal kurtuluştur. Bir kültür oluşturmak ve bir parçası olmak, ne yazık ki bir konferansa katılmak veya kulaktan dolma bilgilerle bir –iki makale okumakla olmamaktadır.

Bu kültürün toplumsal yaşam şekline dönüşebilmesi ve içselleştirilebilmesi için her kesimi, her yaş gurubunu dahil edecek özellikle üst düzey Birleşmiş Milletler Barış Kültürü konferansının ana temalarından biri olan ‘kadın ve gençlere’ eşit katılımı sağlayacak bu evrensel çerçeveye, adım adım entegre olmamız gerekmektedir.


Zira barış kültürü, gerek bireysel, gerek evrensel barış huzur, mutluluk, kendimizi sevmek ve kim olduğumuzu tanımlamakla başlar. Manevi değerleri, bilimsel, eğitimsel birikimi olan bizler, yeni baştan gelişimin ana şartı olan birlik ve beraberliğin gerçek anlamını yeniden öğrenmemiz şart olmuştur.


Ekonomi düzelsin, insan haklarımız gözetilsin, eşit muamele görelim, çocuklar, gençler geleceğe güvenle baksınlar mı istiyoruz? Huzurlu bir toplum olalım, kalıcı sürdürülebilir bir sosyal, bilimsel, maddi manevi bir gelişme mi diliyoruz?

İşte ‘barış kültürü’, her şeyden önce kendi içimizde oluşmasını çok özlediğimiz refah ve gelişim için temel oluşturmaktadır.


Zenginlik, paraların "akması" bize huzur ve mutluluğu getirmeyecek çünkü kabul edelim. Ne olanı, ne de mirası paylaşmasını bilmediği için kardeşin kardeşe gücenik olduğu bir toplumdayız.

Yüksek eğitim de işe yaramıyor, çocuklarımız göç yollarında, bilenler hakkettiği yere gelememekte, bilmeyen bileni çekememekte... Bilen yanında başka bileni istememekte!


Ortak değerlerimizi arkamıza alarak, özlemini duyduğumuz huzur ve refah isteği ve farklı kültürlerimizle renklenen, güçlenen ortak kimliğimiz ile çocuklarımızın hakkı olan geleceğe sahip çıkmak zorundayız. Bu gün dünyada binlerce kurum ve kuruluş , din grupları, STK’lar, akademisyenler, bilim adamları, araştırmacılar, eğitimciler ve on binlerle birey gerek toplumsal, gerekse global bir barış kültürü için gönüllü olarak çalışmakta, yılmadan özveri ile dünyanın en ücra geri noktalarında bile kendilerince katkı koymakta..

Konferans moderatörü Albert Einstein'dan alıntı yaparak; "Dünya yaşamak için tehlikeli bir yer; kötülük yapanlar yüzünden değil, durup seyreden ve onlara ses çıkarmayanlar yüzünden" dedi.

İlgisiz, umursuz bir toplum yarattıysak eğer, şimdi biz de tehlikeli bir toplumda mı yaşıyoruz artık? Bize yakışan bu mudur?

SUHA VEKİL
İŞ KADINLARI DERNEĞİ ASBAŞKANI 
Editör: TE Bilisim