Anastasiadis’in Kıbrıs müzakerelerinde çözüm sürecindeki kararlılığını devam ettiremediğini belirten Burcu, “Çözüm korkusu Anastasiadis’in en büyük korkusu haline dönüştü” dedi.

Crans Montana Zirvesi’nin mimarının Kıbrıs Türk tarafı olduğunu kaydeden Burcu, bu sürecin Kıbrıs Rum tarafının müzakere ve çözüm rayına girmesi amacıyla yapılmak istendiğini belirterek, “Sonuç üretilmesinin başka bir yolu yoktu, sonuç üretilmezse de durumun tespitinin uluslararası gözlemciler tarafından gözlemlenmesinin başka bir yolu yoktu, biz bunu yaptık” şeklinde konuştu.

Özellikle Crans Montana’da ve Kıbrıs müzakerelerinde Kıbrıs Türk tarafının ‘hatası var mıydı’ şeklinde soru işaretlerinin bulunduğunu ifade eden Burcu,  soru işaretlerine yer verilmemesi adına tüm süreci anlattığını kaydederek, “Eğer biz kusurlu taraf olsaydık bizim üzerimizden değim yerindeyse ‘ciribindiri gibi’ geçerlerdi, fakat BM, Türk tarafının açılımlarının daha mantıklı olduğu ve bunu uyarlamaya hazır olduğu yönünde mesajlar veriyordu, bu da Rumları çıldırtıyordu. Tüm bunların göstergesi bizim kusurlu taraf olmadığımızı anlatıyor” açıklamalarında bulundu.

Kanal T'de Damla Dabiş'in hazırlayıp sunduğu Günaydın Kıbrıs programına konuk olan Cumhurbaşkanı Sözcüsü Barış Burcu, Kıbrıs müzakerelerinde yaşanan süreçleri değerlendirdi ve müzakereler hakkında bilgi verdi.

Burcu’nun değerlendirmeleri şöyle:

“Crans Montana bir sonuç, ama çoğu zaman süreçler sonuçla ilgili belli temeller oluşturur. Crans Montana aşamasına kadar işi ileriye taşıyan, olumlu yönde teşvik eden Cumhurbaşkanımızın kendisi oldu. Beklenen de hızlı gelişmeler yaşandığı doğru fakat süreç ilerlerken sürece karşı olanların propagandaya başlayacakları belliydi. Bizi ‘vatan haini’ olarak suçladılar, biz tüm zorlukları göğüsleyerek süreci devam ettirdik, ancak bu kararlılığı Anastasiadis’te göremedik. Çözüm korkusu Anastasiadis’in en büyük korkusu haline dönüştü.

Anastasiadis, şöyle düşündü, “Bu çerçeve içerisinde biz çözümü ben siyasi partilere, bürokrasiye ve topluma nasıl kabul ettirebilirim, ikincisi; bunu nasıl uygularım” bu korkuları Anastasiadis’in yüzünde görmeye başladık zamanla. En büyük arzusu en büyük korkusu haline geldi. Bu nedenle kaydedilen ilerlemeler durma noktasına geldi, hatta gerilemeye başladı. Örnek verecek olursak TBMM’nin Haziran’da seçimleri vardı, “durun bakalım Türkiye’de nasıl bir yapı ortaya çıkacak” diyerek bir boşluk yaşandı ve herhangi bir ilerleme yapılmadığı yönünde bir propaganda yapılmaya başlandı.

Gerçekleştirilecek zirve için Anastasiadis şöyle bir ön şart koydu: “Toprak konusunda beni tatmin edeceksiniz, Konferans sadece güvenlik ve garantileri görüşmek için oluşturulacak, bunda da beni tatmin ederseniz geriye kalan konularla ilgili müzakereye ancak o zaman başlarım” böyle bir şer şey 11 Şubat belgesinin ilkelerini yok eden bir anlayış, bunu kabul edemedik, şiddetle karşı koyduk.

Bu süreç içerisinde gözden kaçmaması gereken birkaç husus vardır. Anastasiadis, Federal Anayasa’nın yazılmasına yönelik çalışmalara engel oldu.

Crans Montana Zirvesi’nin mimarı Kıbrıslı Türklerdir. Bizim konferansı yapmak istememizin nedeni raydan çıkmak üzere olan Rum tarafının raydan çıkmasını engellemekti, bunun için her türlü manevrayı denedik. Her türlü uyarıyı yaptık ancak yeni ilerlemeler kaydedemedik. Süreci rayda tutmak ancak Crans Montana içerisinde bir yapıyla olurdu, eğer orası da tükenecekti ki tükendi, bizim da aldığımız bu kumandayı ve görevi, bize verenlere teslim etmemiz gerekirdi. Her şartta Crans Montana toplanmalıydı, ve Cumhurbaşkanımız Akıncı toplanılması için kararlı bir yaklaşım sergiledi. Çünkü bunun doğru olduğuna inandı. Sonuç üretilmesinin başka bir yolu yoktu, sonuç üretilmezse de durumun tespitinin uluslararası gözlemciler tarafından gözlemlenmesinin başka bir yolu yoktu, biz bunu yaptık.

Türkiye’nin güvenlik ve garantilerle ilgili yapmış olduğu açılımın ne kadar önemli bir açılım olduğunu anlatmak için bir şeyi anımsatmaya çalışıyorum. Onun altını çizmek isterim. Uluslar arası bir anlaşmanın değişebilmesi için bütün tarafların imzası gerekir ve Türkiye’nin uluslar arası bir anlaşmadan doğan hakkını tartışmaya açması kendi iyi niyetini gösterir. Annan Planı BM planıydı, bunun boşluklarını doldurup taraflara sunan BM idi. Bu uluslararası gerçekliği bildiği için kendi döneminde BM Annan Planı’nda güvenlik ve garantiler ile ilgili konuyu tartışmaya açamadı.

‘Bizde hata var mıydı’ gibi sorular var, bütün süreci anlattık ve çok basit bir sorguyla bizim burada kusurlu taraf olmadığımızı üretebilir herkes. Biz BM’ye üye bir ülke değiliz, Rum tarafı tanınmış bir devlet, AB’de oy hakkına sahip değiliz, Rumların ve Yunanistan’ın oy hakkı var, bu 2 buçuk yıllık süreçte AB tüm süreçlerin içerisinde vardı, eğer biz kusurlu taraf olsaydık bizim üzerimizden değim yerindeyse ‘ciribindiri gibi’ geçerlerdi. Her iki tarafın da açılım yaptığına dair denge koruyucu bir takım söylemlerde bulunuyorsa BM ve bizim üzerimize hışımla gelmiyorsa, bu yapı içerisinde birçok avantajları olmasına rağmen Rumların, bilin ki biz doğru yoldaydık, basit gösterge budur. BM, Türk tarafının açılımlarının daha mantıklı olduğu ve bunu uyarlamaya hazır olduğu yönünde mesajlar veriyordu, bu da Rumları çıldırtıyordu. Tüm bunların göstergesi bizim kusurlu taraf olmadığımızı anlatıyor. Tüm bu göstergeler göz önünde bulundurulduğu zaman tüm dünya, Cumhurbaşkanımızın uzlaşıcı ve hakkımızı koruyucu şekilde müzakereleri sürdüğünü anlar.”

(KIBRIS POSTASI)

Editör: TE Bilisim