Yayıncılık alanında etik kodlara uyulması yönünde etkin çaba göstermek adına kurulan “Medya Etik Kurulu’nun altı örgütle imzaladığı deklarasyonun ardından bir anda medyada etik konusu gündeme taşındı.

Özellikle de Meclis Başkanı Hasan Bozer ile basın mensupları arasında yaşanan tatsızlık ve Yenidüzen yazarlarından Fayka Kişi ile Personel Dairesi Müdürü Zilha Menent arasındaki atışmalar düşünüldüğünde etik konusunda daha gidilecek çok yolumuz olduğunu da ortaya çıktı.

Oysa etik konusu sadece medyada değil bu gün tıp, mühendislik, iletişim, basın ve siyaset olmak üzere daha pek çok alanda üzerinde ısrarla durulan başlı başına bilimsel bir alan…

Peki, neydi bu etik konusu ve nereden çıkmıştı bu gün nasıl olur da bu denli önem kazanmıştı.
Varlığı çok uzun geçmişe dayanan etik özcüğü, köken bakımından“kişiyle ilgili” “karakter” anlamları ile açıklanırken, etiği günümüze kazandıran ilk filozof Sokrates’dir.

“Sorgulanmamış bir yaşam yaşamaya değmez” veya Delphoi’nin girişinde yazılan“kendini bil” ifadeleri de bana göre Sokrates’in yarattığı kişiye dair bu düşünceyi kanıtlar nitelikte sözlerdir.

Sokrates bu sözleri ile kişinin kendisinden yola çıkarak diğer insanlarla, canlılarla, dünyayla, yaşamla kurduğu ilişkileri gözden geçirmesini kendi hakkında ve kendini bilerek yaşamasının gerekliliğini anlatıyordu.

İnsanları kendileri ve yaşadıkları hayat üzerine kafa yormaya sevk ediyor ve bir anlamda bizim toplumsal olarak ahlakla ifade ettiğimiz kavramı o etikle tarif ediyordu.

Günümüzde süregelen hayatlarda her alanda ve her türden insan ilişkilerinde sorunlar yaşanırken etiğin önemi, ahlakın anlamı gittikçe daha fazla önem kazanıyor.



İnsanların başta kendileri genelde ise çevrelerindeki insanlarla geliştirdikleri eksiz, yetersiz, yüzeysel, sığ ve bilgiden uzak ilişkiler etiği bireysel, mesleki ve insanlarla olan ilişkiler anlamında değerlendirmeyi de zorunlu kılıyor.

Bana sorarsanız her şey kendini bilmekle başlıyor.

Mademki insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özellik düşünebilme yeteneğidir o zaman insanın dünyada yaşamaktan öte işleri de vardır, olmalıdır.
En temel görevi ise kendini bilmekle başlamalıdır. Bunun sırrı da tahminimce kendine özgü bir yaşam çizmekten bunu da akıl ve bilgiyle harmanlamaktan geçmektedir.

Zaten özünde kendini bilen insan hangi mesleğe ait olursa olsun etikle yönlendirilmeye ya da ahlakla korkutulmaya gerek duymadan özgürce yaşayacaktır.
Böylece kimsenin size yaptığınız işe dair “etik” davranışlar öğretmesine de gerek kalmayacak siyasetçisi de doktoru da, avukatı da gazetecisi de sınırlarını kendi belirleyebilecektir…