İnsan hayatında birçok şey kazandığı gibi pek çok şeyi de kaybedebilir. Gelen de, giden de Tanrı’nın sizin için uygun gördüğü ama muhakkak makul bir nedeni olduğunu sonradan öğreneceğiniz bir hikmeti vardır. Hayatı acısıyla tatlısıyla, geldiği gibi karşılayabilmek engin bir deneyim ve olgunluk gerektirir. Bireysel hayatlarımızda o mertebeye ulaşmanın sırrına erişmeye çalışırız.

Toplumsal hayattaki yitimlerin bedeli çok daha ağırdır. İnsan her şarta uyum sağlayacak bir varlıktır. En büyük zorluklarla başa çıkabilir, acı kayıpların yarattığı kedere katlanabilir. Toplumların yitirdikleriyse nesilden nesile zararın katlanarak artmasına neden olabilir. Sizden sonra gelen nesillerin altından kalkamayacakları zararlar sayesinde toplumsal refahı ve yaşam kalitesi düşebilir. Bireysel yaşamlarımızdaki kayıpları ardımızdan gelen kapatabilir ve kendi yaşam kalitesini artırabilirken toplumsal kayıplar bütün bir kuşak üyelerine geri dönüşsüz zayiatlar verebilir.

Kalitesiz eğitim alan, sağlık hizmetlerinden yeteri kadar faydalanamayan, geçim şartları zorlaştıkça çocuklarına iyi bir hayat sunamayan bir toplumun çöküşü bugünün sorumsuzlukları sayesinde ortaya çıkar. Kamuyu partizanları ile doldurarak gelecek seçime yatırım yapan iktidar partilerinin müsebbibi olduğu bugünkü yoksullaşma aynı anlayış devam ettikçe yeni nesilleri daha da fakirleştirecektir. Verimsiz ve zararda olan kamu kuruluşlarının peşkeş çekilmeden özelleştirilmesi gerekliliği karşısında kaçak dövüşerek özelleştirmelerin tümüne karşı olduklarını beyan eden siyasal partiler sadece kitleleri kandırmakla kalmıyor, toplumun gerçeklerle yüzleşmesine de engel oluyorlar.

Siyasal partiler gibi devlet kapitalizminden beslenen sendikalar da güya “sol değerler”e yaslanarak temsil ettikleri çalışanlar kadar bir sonraki kuşaklara da çok daha karanlık bir gelecek bırakılmasına hizmet ediyorlar. Hiçbir parti de çıkıp sürdürülemez düzenin devamını istemenin bir sonrakilere çok daha büyük bedeller ödeteceğini açık bir dille ifade edemiyor ve değişimin liderliğini üstlenecek cesareti gösteremiyor. İktidara gelene kadar sendika kuyrukçuluğu yapanlar iktidara geldiklerinde sendikal talepleri duymazdan gelerek açıkları kapatmak için yapılması gerekenleri kimsenin gözünün yaşına bakmadan uyguluyor.

Daha önce Türkiye-KKTC protokollerini ve programlarını uygulamayı reddettikleri için erken seçime gidenler şimdilerde sanki ortada protokol ve program yokmuş gibi iktidara gelmeye can atıyorlar. Ankara’da değişen bir şey yok, sendikalarımız da aynı taleplerini koruyor. Soldan esenler artık program ve protokolleri harfiyen yerine mi getirecek? Getirmeyeceklerse nasıl iktidarlarını sürdürecekler? UBP’den öğrendiklerini mi yapacaklar yoksa? Ankara’nın taleplerine karşılık program delinerek partizan istihdamları gırla gidecek, sendikalar gene ayaklanacak ve yeni bir erken seçime mi sürükleneceğiz?