"İletişim çağı" kavramının anlamı, günümüzün haberleşme olanaklarına baktığımızda tam olarak anlaşılmaktadır. İletişim denince akla ilk gelen haber akışı oluyor. Sayısını bilmediğim radyo ve televizyon kanalı aracılığıyla, saat başı bir yana, her an ve her dakika dünyanın neresinden olursanız olun haber aktarımı yapılmakta ve konunun uzmanlarınca yorumlanmaktadır.

Diğer yandan Twitter, Facebook, telefonlara gelen haber mesajları ve internetin sayısız haber portalı eklenince, işin içinden çıkmak zorlaşıyor ve tabiri caize ise işin tadı kaçıyor.

İşin tadı kaçıyor çünkü çoğalan iletişim araçları ve teknolojik gelişme bizlerin bir taraftan enforme olmamızı sağlarken, dezenformasyona da maruz kalmamızı kolaylaştırıyor.

Teknolojik gelişmelere paralel olarak bilginin üretilmesi ve transferi kolaylaşmıştır. Bu yeni durum insanların, toplumların ve muhtelif amaçlı örgütlerin konu ile alakalı duruşlarına değişiklikler getirmiştir.

İnsanlık tarihi boyunca varolan, çağımızın en etkili araçlarından ve silahlarından birisi olarak diğer silahların yanında yerini alan "İletişim"in en eski ve kalibreli mermisi dezenformasyon olmuştur. İletişim silahının diğer mermileri ise propaganda ve manipülasyondur. Bunlara eksik verilmiş bilgiyi de eklersek iletişim silahının dört mermisini saymış oluruz.

Yakın siyasi tarihte iletişimin etkili bir silah olarak kullanıldığı örnekleri görmek mümkün. Özellikle İkinci Dünya Savaşı ve akabinde gelen diğer tüm savaşlarda birçok örneğe şahit olmak mümkündür. Bu savaşlarda hep aynı "mermiler" kullanılmıştır, propaganda, manipülasyon, dezenformasyon ve misenformasyon.

Bazı ülkeler bu savaşı verirken, karşı tarafa onlarla savaşılmakta olduğunu bile hissettirmezler, zira bu tür savaşlar sürekli devam eden ilan edilmemiş savaşlardır. "Düşmanlarının" zihinlerini yavaş yavaş işgal edip, fark ettirmeden onları ikna ederek, köleleştirerek, kendi çıkarları için yeri geldiğinde canını bile veren topluluklar haline getirilebiliyor.

Konuyu daha dar bir çerçeve de ele alıp Kıbrıs Türk halkına indirgeyecek olursak, Kuzey Kıbrıs'ta yıllarca yapılan yanlış bildirimlerin ve haber kirliliğinin bilinçli bir psikolojik manipülasyon operasyonun bir parçası olduğuna inanmak istemiyorum. Ama zaman zaman bu türden çalışmalara maruz kaldığımız da bir gerçektir.

Her şeyden önce bu tür operasyonlara karşı uyanık olmak gerek, zira içinde bulunduğumuz dönemde de toplumsal vaziyetimiz buna müsaittir. Bu konuda yapılması gerekenlerle ilgili olarak daha önceki bir yazımdan alıntı yaparak örnek vermek istiyorum;

"Mücadele yıllarını yaşayan insanlarımız zor şartlara rağmen, toplum birliğini yaşatmayı bilmişlerdir. Günümüzde ise toplumsal ortak hedeflerden bahsetmek zordur. Diğer yandan Kıbrıs sorunu ve çözüm olgusu tartışmasız hep hayatımızda olmuş ve yıllarca ilgi odağımızın üst sıralarına yerleşmiştir. Çözüm isteminin özünde yatan gerçek, yaşam seviyemizi daha da düzgün bir noktaya çekmek, gelecek belirsizliğini ortadan kaldırmak, kısaca daha mutlu olmak olarak özetlenebilir.

Kıbrıs sorununun, hayatımıza siyasi, sosyal ve ekonomik açıdan yansımaları ve etkileri olduğunu kabul etmemek saflıktır. Ancak bu konunun hayatımızı bu kadar ele geçirmesi ve yaşamsal vazgeçilmez olarak kabul edilmesi ne kadar doğrudur?

Kıbrıs Sorunu çözüldüğü takdirde, mevcut hayatımızın kalitesini yükselecek ancak öteyandan çözümle hiç alakası olmayan birçok sorunumuz var. Ama yılların ihmali sonucunda bu sorunlarımız dallandı budaklandı ve doğal olarak toplumun, devletine ve siyasetçisine olan inancını sarstı. Kıbrıs'ta çözüm olmadan da hayatımızı rahatlatacak tedbirler almak hiç de zor değil. Gerek bireysel olarak gerek toplumsal olarak bir silkelenmenin içine girip kendimize çekidüzen verme zamanı geldi de geçiyor

Halkın devletine olan inancını sarsan ve toplumun moralini bozan sorunları tespit etmek hiçte zor değil. Cesaretle çözmek içinse iradenin oluşmasından başka bir gereklilik yok."

Konumuz ile alakalı olduğuna inandığım eski bir atasözü var. Onunla bitirmek istiyorum bu yazdıklarımı: "Gördüğünün yarısına duyduğunun hiçbirine inanma"