Kaç zamandır gündemimizi boş yere ve gereksiz bir şekilde işgal eden hükümet ve İktidar partisi zırvalıkları toplumsal yozlaşma sürecinin hızlanmasına katkı yaparken bir çok şeyi de gözden kaçırmamıza neden oluyor ne yazık.

Resmen trene bakar gibi afyon alma modunda ful konsantre televizyonda dizi izlermiş gibi hiç de kılımızı kımıldatmadan öyle bakıyoruz sadece.

Sevgili dostum Nazım Burgul’un çok kullandığı bir ifade var ki Kıbrıs’ın kuzeyinde yaratılmış olan psikolojiyi tam anlamıyla tarif etmektedir. Şöyle diyor Nazım Hoca : “ Öğrenilmiş çaresizlikten, toplumsal tepkisizliğe’ . . . Ne de olsa sıfır beklenti, sonsuz mutlululuk demiştik ”. Evet tam da dediği gibi; toplumun tepkisizliği topluma çaresiz olduğu telkinleri yapılarak sanki de içinden çıkılamaz ve çözüm bulunamaz bir durum hasıl olduğu ve kadere boyun eğmekten başka çare olmadığı inancı aşılanmak isteniyor ki bu durum bir toplumun yok olması için hazırlanmış en uygun zemindir.

Daha önce de yazılarımda belirttiğim gibi kadercilik tembelliktir. Değişimin lokomotif gücü hiç kuşkusuz halktır. Bazen bu değişimin itici gücü bir sivil toplum örgütü ve/veya örgütleri, bazen bir siyasi parti yada her ikisi de olabilir; ancak bu saydığım kurumların da en önemli sermayesinin halkın ta kendisi olduğu unutulmamalıdır.

Uzun zamandır hem bazı kiralık medya mensupları hem de bazı suflörler tarafından toplumda bu umutsuzluğu ve çaresizliği kaçınılamaz bir sonuç olarak empoze etmek için adeta yarışa girmişler gibi toplumun sosyo-kültürel ve ekonomik olarak batmasının da önü açmada da yarış içindeler. Bu tipler hem siyasetin genetiğini hem de toplumun özünü oluşturan kültürel genetik yapısını bozmaktan zerre kadar sıkıntı duymuyorlar. Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) ne kadar sağlığımıza zararlıysa Genetiği Değiştirilmiş Siyaset de bir o kadar zararlıdır.

Mevcut iktidar “Halk” için deyip asıl kendileri ve sürmesini arzuladıkları statüko sistemi için icraatlarda bulundu bunca zaman. Kandırılan halk ise, elinde bulundurduğu tek yetki olan oy vermeyle yine kendisine dikte ettirilen ve planlanan siyasi partileri seçerek sadece iktidar partisini değiştirmeye onay verme yönünde tavır geliştirme tutumundadır ki bu düşünce bizleri gerçekte hiçbir yere götürmez. Bu kısır döngü siyasetin kendini yenilemesinin, kendi içindeki problemleri görmesini engellemiştir doğal olarak. Bu yüzden mutlak güce sahip olan halkın dürüst ve toplum çıkarlarını önde tutacak siyasi yapının oluşmasında aktif rol oynayarak seçeceği kişilerde de bu meziyetleri aramalıdır.

Yılmaz Güney’in de dediği gibi “Eğer bir toplumda, devrim ve toplumsal değişim için koşullar olgunlaşmışsa, ama bu toplumsal değişimi gerçekleştirecek bir güç yoksa, o toplum için için çürümeye başlar.”

 Bu yüzden bırakın Kurultayı murultayı bir tarafa da içten içe kumarhaneler, gece kulüpleri, okullara kadar inen uyuşturucu, soygun hırsızlık, cinsel istismar, mafya ilişkileri, esnafın can çekişen durumu, asgari ücretlinin geçim sıkıntısından yaşadığı psikolojik sorunlar, borç batağında bulunan memur ve işçiler, tefeciler yüzünden intihar eden insanlar, pislik ve sağlıksız koşullarda yaşamaya mahkum edilen insanlar, tükenen hayvancı ve çiftçiler, hastanelerden hizmet alamayan ve ilaç bulamayan insanlar, trafikte yaşanan terör ve en önemlisi hükümet terörüne maruz kalan insanlar varken hala daha bu halk sessizse vay hailimize vay….           

Bu arada Kıbrıs Türk siyasetinde alternatif bulamamaktan şikayet eden bazı kendine aydın diyen çevreler, var olan siyaseti kımıldatmayı ve değişim derken de ne olduğunu idrak etmeden yenilik diye yutturmaya çalıştıkları da mesnetsiz ve ucu açık bir hayal gibi. Bir yandan halkın alternatif bulamamasından şikayet edeceksiniz, öte yandan da su üstüne yazı yazacaksın. Yok öyle kardeşim. Adam gibi çıkıp ne olduğunu ortaya koyarak hem suya hem sabuna da dokunarak açıkça politikalarını söyleyecek ve halkın güvenini kazanacaksın. Sonra da bulduğun destek oranında siyasette boy göstereceksin. Bu kadar….