İtalyan düşünür Agamben’e göre baskı ile kuşatılmış bir kampta, mesela bir bir mülteci kampında insan çıplaklaşır ve ‘çıplak hayat’ sürmeye başlar.

Sadece yaşamasına müsaade edilen, kurban edilmeleri yasaklanmış ancak öldürülmeleri de cinayet addedilmeyecek, kuşatılmış bir kampa hapsedilmiş insanlar, yasaların işlevsizleştiği bir ‘enclave’ ortamında yalnızca biyolojik varoluşlarını sürdürmeye odaklanır.

Çocukluğu ‘enclave’larda geçmiş bir dostum anlatıyordu geçenlerde: “Küçücük bir mahalleye tıkıştırılmış bir grup insanın sıkıntıdan yaptıkları çocuk aklımla bile beni şaşırtıyordu. Evde sürekli dedikodular duyuyordum: Onun kocası bilmem kimin karısı ile birlikte... Şunun karısı oğlanla kaşla göz arasında... Nasıl, nerede ve ne zaman oluyordu bunlar bir türlü anlamıyordum. Bugünkü Lefkoşa’nın % 1’i kadar olan bir yerde, herkes birbiri ile içli dışlı yaşarken bütün bunlar nasıl oluyordu çok şaşırıyordum...”

Bir mülteci kampında ya da etnik bir grubun bir alanda baskıyla kuşatıldığı ‘enclave’larda hayat, günlük varoluşa odaklı bir yaşamı dayatır. Ümitsiz, hiçleşen, günlük tüketilen bir yaşamdır dayatılan. Nietzsche, hiççiliğin yani nihilizmin kaynağında psikolojik yıpranmanın, güvensizliğin, hissizliğin ve ümitsizliğin yattığını düşünür. Süregiden, belirsiz bir enclave hayatı içinde bir gün daha yaşadıklarına şükrederken, karamsarlık, kamp mahkumlarının ayrılamadıkları bir duygudaşı olacak ve enclave mahkumları kötümserliklerini yapabilecekleri en sıradan edimlerle, yemek yemekle ve cinsellikle bastırmaktan başka çare bulamayacaktır.

Günün birinde kuşatılmış kamp çilesinden kurtaracaklardır onları, kurtuldum derken kendilerini boyunduruk altında bir açık hava hapishanesinde bulurlarsa, nihilizmin, hiçbir şeye inanç ve güven beslememe halinin toplumsal bir hastalık olarak bireyden bireye sirayet ettiğine tanık olunacaktır. Nihilizme, hiççiliğe dayanabilmek için ara sıra hedonizmin bünyeye heyecan zerkeden kanatlarında uçmak ve kötümserlikten uzaklaşmak isteyecektir mahkumlar. ‘Çıplak hayat’a mahkum, sıradan insanlara dönüşecek; genellikle kötümser, kötümserliğini de hazla aşmak isteyen bir hayat süreceklerdir. Çünkü kamp hayatı bitmiş, hapishane yaşamı başlamıştır ve bu hayat 40 yılı aşkın bir süredir devam etmektedir...



Kıbrıslı Türklerin vereceği büyük bir mücadeledir bu. 40 küsur senedir dayatılan kuşatılmış bölge hayatının yarattığı sonuçları insan üstü bir çaba gösterek ortadan kaldırmak, nihilizmi ve hedonizmi bünyemizden atarak, yaşama dört elle, mücadeleyle ve akılla sarılmak... Bunca şeyi başarmış bir toplumun nihilizmi ve hazcılığı, dayatılan enclave kültürünü aşacağına inanmak için fazlasıyla dayanağımız var en azından...