Her yıl farklı bir üniversite tarafından organize edilen geleneksel Ekoloji Sempozyumu’na bu yıl Doğu Akdeniz Üniversitesi ev sahipliği yaptı. Kaya Artemis otelde gerçekleşen sempozyum, tam anlamıyla harika bir organizasyondu. Kıbrıs’tan katılımın çok az olduğu sempozyumda, Türkiye ve Kıbrıs ile ilgili ekolojik konularda bildiriler sunuldu.
Ne yazık ki bu tarz aktivitelerde, Kıbrıs’tan gerek dinleyici gerekse de bilimsel katkı anlamında pek fazla katılım olmuyor. Çok zaman olmadı birkaç ay önce Mimar ve Mühendisler Odası tarafından düzenlenen Su, Çevre ve Tarım Kongresi’nde de durum aynıydı. Bana göre çevre konularının konuşulup tartışılması gereken yerler bu tarz ortamlardır. Farklı üniversitelerden gelen birçok bilim insanı; bu tarz etkinliklerde yapmış oldukları bilimsel çalışmaları, bilim camiasıyla paylaşma fırsatı bulur. Bunun yanında konuyla ilgili olan kişiler de sunum yapmasalar bile bu tarz ortamlarda belki de aramakla bulamayacakları birçok bilgiye ulaşabiliyorlar. O halde ayağımıza kadar gelmişken neden gelip dinlemeyelim ya da neden bilimsel anlamda katkı koymayalım sorusunu kendime sormadan edemiyorum.
Sempozyum sırasında ben ve birlikte çalıştığım diğer hocalarım, (Prof. Dr. Oğuz Türkozan, Doç. Dr. Gökmen Dağlı, Yrd. Doç. Burak Ali Çiçek ve Uz. Asuman Kuyucu) 3 farklı çalışmayla sempozyuma katkı koyma şansı bulduk. Sunduğumuz bildirilerden biri Kuzey Kıbrıs’taki Sulak Alanların Çevresel Sorunlarıyla ilgiliydi. Yaptığımız herpetofauna ve avifauna çalışmaları sırasında karşımıza çıkan ve ne yazık ki kronikleşmiş sorunları dile getirdik. Sulak alanlara dökülen evsel katı ve sıvı atıklardan tutun da sulak alan kuşlarının farklı sebeplerle üreme döneminde rahatsız edilmesi ve insan faaliyetlerinin yarattığı habitat kayıpları gibi birçok sorunu dile getirdik. İkinci sunumumuz KKTC’deki halkın yılanlara yönelik tutumlarının araştırılmasına yönelik bir çalışmaydı. Yine üzülerek söylüyorum ki ortaya çıkan sonuçlar hiç de iç açıcı değildi. Halktan rastgele seçilmiş kişilerle yapılan çalışmanın sonuçlarına göre görüşülen kişilerden hiçbiri Kuzey Kıbrıs’ta kaç yılan olduğunu ve bunlardan kaç tanesinin zehirli olduğunu doğru olarak bilemedi. Yapılan çalışma bir ön çalışma niteliğindeydi ve insanların bu konuda bilgi eksikliği olup olmadığını da belirlemeyi amaçlıyordu aslında ve nitekim çıkan sonuçlar da insanların bu konuda bilgi eksikliği olduğunu ortaya koydu. Bunlara ilaveten insanların yılanları zararlı olarak algıladıkları ve öldürülmesi gerektiğine inandıkları da çarpıcı bulgular arasında yer alıyordu.
Toplum olarak yılanlara karşı tutumlarımız hiç de iyi değil. Bunu kabul etmemiz gerekiyor. Mevcut çalışma da bu düşünceyi destekler nitelikte. Atasözlerimizde bile yılanları kötü anlatıyoruz. Yılanın başını küçükken ezeceksin! Küçükken yılanlar bize hep canavarmış gibi anlatılıyor. Peki ya inanışlarımız? Seni gufi sokarsa ( ki yılan sokmaz ısırır çünkü dişleri vardır) 2 adım atamazsın! İnsan bilmediği şeylerden korkar. Toplum olarak yılanlar hakkında çok az şey biliyoruz. Bu durum da bizim onlardan korkmamıza, onlara ön yargılarla yaklaşmamıza ve en kötüsü onları öldürmemize neden oluyor. Artık bu yanlışlardan kurtulmamız gerektiğine inanıyorum. Ekolojik bilgi seviyemiz yok denecek kadar az. Bu yüzden çevre eğitimine toplum olarak önem vermemiz gerektiğini inanıyorum. Bir çevre eğitimi uzmanı ve sürüngenlerle bilimsel çalışmalar yapan birisi olarak; insanlara, sürüngenler hakkında doğru bilinen yanlışları anlatabilmek ve bu kültürlenme sürecine katkı koymak için yıllardır kendimce mücadele ediyorum. Bilgi paylaştıkça çoğalır. Bilgilendikçe de bilinçlenme düzeyi artar. Bu yüzden her alanda yorulmadan ve yılmadan çalışmalara devam edilmesi gerektiğine inanıyorum.
Verimli geçen ve ekolojik bilgi düzeyimizi artırmamıza katkı sağlayan bir sempozyum sonrasında düzenleme kuruluna teşekkür ediyorum ve herkese iyi bir hafta sonu diliyorum…