Hiroşima'da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâğıt gibi yanan çocuk.
Belki bu şiirdeki ölü çocuklar, Hiroşima’nın çocuklarıydı.
Ama şimdi şiirlere sığmayacak kadar ‘’büyümeyen’’ çocuğumuz var…
Dikkat edin,
Dünyanın her yerinde seçimler yapılıyor. Ve seçim meydanlarında ölen çocuklarımızı konuşan kimse yok. ‘’Artık Çocuklar Ölmeyecek’’ diye bir vaad yükselmiyor meydanlardan.
Ellerinde güvercinlerle, bayraklarla, barış diyen adaylar, çocukların büyüyemediği bir dünyada hangi barıştan söz ediyorlar…?

Bir de, din-ırk kardeşliği var hani. ‘’Din kardeşlerimizi öldürüyorlar orada’’ diye demeç verir siyasiler zaman zaman..
Bu ikiyüzlülüğe ne demeli peki..
Öldürülen tüm çocuklar aynı Tanrı’nın ve aynı gezegenin çocukları değil mi yani..
Beyaz çocuk ölmesin.. ama siyah çocuk ölsün mü yani..
Amerika’nın ki yaşasın.. Suriye’de ki ölsün mü yani..
Afrika’da elmas madenleri üzerinde, aslında asıl zenginliğin sahibi olan çocuklar, dudakları çatlayarak, organları kuruyarak ölmeyi mi hak ediyor da, hiçbir din kardeşi ülke bundan bahsetmiyor parlementolarda…

Çocukları öldüren bir sistem, kimin işine gelir.. kimi mutlu eder..
Aslında, alenen ortada duran bir cevabı neden kimse görmek istemez..

Nasıl olacak bilmiyorum.. Nasıl büyüteceğiz çocuklarımızı bilmiyorum..
Beyaz güvercinlerin kanadında kan taşıdığı bir dünyada…….


Aziz Nesin’in dediği gibi ;

‘’öyle bir ölsem.. öyle bir ölsem ki çocuklar..
Size hiç ölüm kalmasa….’’