Yıl 2009’du yanlış hatırlamıyorsam;
Lefkoşa-Güzemyurt yolunun Yenikent yolu kavşağı ışıklarında beyaz renkli bir araç cayırdata cayırtada yanımdan geçmiş, bu arada söz konusu araç epey yalpalamış, birkaç aracı yalayıp kırmızı ışık yandığı halde Yenikent istikametine girmişti…
Tam bir ölüm makinesiydi adeta!
Ve içimden şöyle geçirmiştim;
“Sen çok fazla yaşamazsın aslanım…”
Şoktan kurtulunca aracın plakasını aldığım için hemen polisi aradım, ertesi gün de olayı gazetedeki köşeme aktardım…
Yazının gazetede çıktığı gün gelen telefonda çok tanıdık bir isim vardı…
Şimdi rahmetli oldu ama KKTC’de en üst makama kadar çıkmış Kıbrıs Türkü ile özdeşleşmiş bir isimdi…
Şu anda hayatta olmadığı için isim vermek çok doğru olmaz…
Bana telefonda aynen şunu söyledi;
“Bugün yazdığın çocuk polis tarafından tutuklanmış, şikayetini geri alırsan sevinirim…”
Ne yalan söyleyeyim pek keyiflenmiştim…
Yollarda insan hayatını hiçe sayan ve kırmızı ışıkta geçip insanların hayatını tehlikeye sokan bir kişi elbette tutuklanacak ve bunun hesabını verecekti…
Daha sonra öğrendiklerim çok daha korkunç bir boyuttaydı;
20 yaşında tehlikeli sürüş yapan bu genç arkadaş o tarihten bir yıl önce bir yayayı ezip ölümüne sebep olmuş ve kısa bir süre hapiste yattıktan sonra ehliyeti alınıp salıverilmişti…
Belli dersini almamış, ehliyetsiz araç kullanarak yasalara meydan okuyordu…
Evet, anne ve babası ayrı, sorunları olan bir gençti ama bu ona ehliyetsiz ve tehlikeli araç kullanma yetkisi vermiyordu…
Hele de bir yıl önce bir cana mal olan bir genci affetmek onun yeni canlara mal olmasına neden olmak demekti…
Peki niçin bu kadar eskiye gittim?
Çünkü bu ülkede trafik diye bir canavarın olduğuna inanmayan birisiyim!
Canavar bizim içimizde saklı ve bir türlü dersimizi almayıp hatalara devam ediyor bunun sonucunda gencecik canlar pisi pisine hayatlarını baharında yitip gidiyor…
Bir insanın canına mal olduktan sonra bunun cezası ne olmalı diye hiç düşündünüz mü?
Bu elbette bakış açısına göre değişir…
Cana mal olan yakını olursanız, ‘gençliktir’ deyip geçiştirebilir ama ölen gencin yakını olursanız ‘cinayet’ deyip, müebbet bile isteyebilirsiniz…
Ama bu konuda doğru hep tektir ve duygusallık yanlış kararlar üretebilir…
Üç ay kadar önce Lefkoşa’da Kermiya bölgesinde feci bir kaza yaşanmış ve bir genç kızımız oracıkta hayatını kaybetmişti…
Haliyle bunu unutup gittik.
Ama unutmayanlar da oldu, hele de aileden olanlar, içleri hala ilk gün gibi cayır cayır yanıyor…
Çünkü kaybettikleri sıradan bir eşya değil, gözü gibi baktıkları candı bu…
Can gitti ama canı götürenin kişinin yargılanma süreci başlayacağından şimdi verilecek cezanın hesabını yapıyorlar…
“bizim canımıza mal olanların cezası ne kadar olacak’ diye de buruk bir heyecan içindeler…
Zor bir soru bu değil mi?
İşte konuyla ilgili okur mektubunu paylaşalım sizlerle…
“Sayın Özadam,
Devletin hiçbir kurumunun doğru ve düzgün çalışmadığı ülkemizde trafik ne acıdır ki bunlardan en başta geleni…
Sorumlu genel müdür atanmasının bile siyasete alet olduğu bu ülkede trafik en büyük düşman.
31 Ağustos 2014 saat 00.05’te yeğenim canım Asya’mız bir trafik canavarı tarafından elimizden alındı. Yeterli görme duyusu olmayan, şartlı ehliyet verilen ve koşullu araç sürme gereken bu trafik canavarı bu şartların hiçbirini yerine getirmediği, ayrıca aşırı süratli ve alkollü bir haldeyken yavrumuzun hayata erken vedasına sebep oldu. Polis devriyesinin yetersiz personel, yetersiz ek mesai bahaneleri ile görevini hız kameralarına devrettiği bu ülkede şey tek kelime ile can pazarıdır. Şimdi şu günlerde Asya’mızı katleden trafik canavarının dava duruşması başlayacak. Bu davadan elde edilecek sonuç Asya’mızı geri getirmeyecek biliyorum ancak bir canın karşılığı 7 yıl ise ve iyi hal ile bu ceza 4 yıla kadar düşecekse bu cezayı ‘ceza’ olarak adlandırabilir miyiz?
Görevini yerine getirmeyip yollarımızı standarda kavuşturmayan Ulaştırma Bakanlığı, verilen ehliyetin koşullarının yerine getirilip getirilmediğini denetlemeyen devlet mekanizmaları, yollarda can güvenliğini sağlayamayan güvenlik güçleri ve yetersiz yasaları güncellemeyen Meclis, sizler Asya’mızı geri getirmese bile görevinizi yerine getirmek için neyi bekliyorsunuz?
Ateşin düştüğü yeri yaktığını biliyorum da bu ateşin nasıl bir yangın olduğunu anlamanız için sizin de mi bu acıyı yaşamanız gerekiyor?
Duyarsızlık ve umursuzluğu gördükçe bu ülkede görev yapmış biri olmaktan, bu ülkenin bu toprağının bir parçası olmaktan hicap duyuyorum…”
 
(Asya’nın dayısı Derviş Gezer)
 
 
 
 
MESAJ KUTUSU
 
 
Sayın Teberrüken ULUÇAY, Kıbrıs Türk toplumu yıllardır çok kamu işyerinde grev ve eylem gördü ama Kaymakamlıklardaki grevlere hiç alışık değiller. O da sizin yanlış kararlarınız sonrası oldu ve bir ilki gerçekleştirdiniz. Ne kadar övünseniz azdır!
Sayın Hasan TAÇOY, yılların sanatçısı Selma Diker’e yardım sözü verdiğiniz halde bir türlü gerçekleştirmemişsiniz. İstediği çok bir şey değil, başını sokacak sıcak bir yuva hepsi o kadar. Bu güç ve kuvvet sizde var değil mi?
Sayın Mustafa TOYCAN, Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanlığı özel kalem müdürlüğünüz hayırlı ve uğurlu olsun. Takoz koyan çok olsa da Hasan bey diretti ve dediğini yaptırdı. Birkaç güne müjdeli haberi alırsınız artık…
Sayın Hamit BAKIRCI, DP kurmayları sizi istifadan bir türlü geri çeviremiyorlarmış. Ahmet Kaşif’in yolundan gideceğinizi söylüyor başka bir şey söylemiyormuşsunuz. Umarız bu yol sizi Marsilya’ya kadar götürür…
Sayın Mustafa AKINCI, Güzelyurt ziyaretinde hiç de ummadığınız kadar büyük bir ilgi ile karşılanmışsınız. UBP’nin çok güçlü olduğu bölgede bu ilgi sizi epey umutlandırdı değil mi? Hadi hayırlısı…
Sayın Ertan BİRİNCİ, üçüncü GSM şirketini adaya getirmek için yoğun temas içinde olduğunuz söyleniyor. AVEA yetkilileri bu yatırıma nasıl bakar bilemeyiz ama rekabet açısından vatandaşın yararına olacağından hiç kuşkumuz yok…
Sayın Ali Özmen SAFA, Sufi TV’nin kapatılmasından ötürü Kıbrıs Türk basınından destek istemek ancak saflık olur. Gazetecinin gazeteciden bu kadar nefret ettiği bir ikinci ülke daha yoktur. Artık kendi yağınızla ciğerinizi kavuracaksınız, başka çare yok!
Sayın Ozan CEYHUN, her aşure günü geldiğinde nedense aklıma hep siz gelirsiniz. Bir ara Cem evinin açılması için çok yoğun çaba sarf etmiştiniz ama şimdi pes ettiniz. Siyasiler ise hala söz vermeye devam ediyor. Ta ki bir dana ki aşure gününe kadar…
Sayın Göksel SAYDAM, sizin gibi TMT ruhlu birisi bile artık Rum GSM şirketine geçmeye hazırlanıyorsa demek ki geldiğimiz nokta çok ciddi demektir. Devletin tepesindekiler devlete sahip çıkmazlarsa vatandaşa da başka çare kalmıyor değil mi?    
Sayın Buran ATAKAN, dairede oturup eylemlere katılmayan sendika üyelerine ateş püskürdüğünüz gözleniyor. İyi de o zaman siz kimin hakkı için mücadele ediyorsunuz ki? Siyasilerle papaz olmaya değer mi?
Sayın Tözün TUNALI, bir parti başkanı olarak Lefke’nin ilçe olmasını savunmanızı anlarız ama İskele örneğini de unutmamak lazım değil mi? Lütfen popülizmden daha ziyade radikal açıklamalar yapmaya özen gösteriniz…
Sayın Ferdi Sabit SOYER, Berlin’de başınıza gelenlere üzüldük büyük geçmiş olsun…Orada size söz hakkı tanımayanlar burada nasıl haklarımızı verecek çok iyi değerlendirmek gerek değil mi? Yorumunuzu merakla bekliyoruz.
Sayın Erbil ARKIN, yeni hedef olarak bu kez de Mars’ı hedef almışsınız. Ha keşke önce bir ayı deneseydiniz daha iyi olmaz mıydı? İyi uçuşlar dileriz…
Sayın Aslan BIÇAKLI, Göçmenköy artık son maçlardan sonra zirveyi zorlamaya başladı. Galibiyet primi için artık çok acil bir operasyon yapmak şart oldu. Bir de şampiyon olup birinci lige çıkarsanız siz de adayı terk edin daha iyi…Şaka bir yana tebrik ederiz.
...
Sayın Hasan ŞAŞKARA, siz bu siyasilere güvenip Cem Evi yapmalarını beklerseniz boşuna beklersiniz. Bir an önce kampanya düzenleyip bu işe kendiniz el atmalısınız. Aşurenin tadı geçince verdikleri sözü de unutuyorlar…
Sayın Cemal BULUTOĞLULARI, hem başkanlığı bırakıp hem de futbolcuların soyunma odasına gidi onlara fırça atmak da neyin nesi? Böyle devam ederseniz bir gün tatsızlık yaşanacak bilesiniz.
 
 GÜNÜN FOTOĞRAFI:
 

Günün Fıkrası
 
Baş ağrısı

Karı koca oturmuş televizyon izlerken, erkeğin canı sevişmek ister. Gider mutfaktan bir bardak su ile iki aspirin getirir, karısına uzatır:
- Al karıcığım, sana su ve aspirin getirdim!
- Neden hayatım? Başım ağrımıyor ki?
- "Allaha şükür!"