Altı tane pırıl pırıl genç, Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın düzenlediği
kompozisyon yarışması sonucunda dereceye girmeye hak kazandı.

Yarışma konusu bu yıl Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” sözünden yola
çıkarak barış teması ile gerçekleştirildi.

Gençler barışın özellikle de kendi ülkeleri için önemine ve gerekliliğine vurgu
yaptı.

Ancak burada asıl sorgulanması gereken bugün kağıtlara dökülen bu barışı kaç
tanesi bu topraklarda yeşertebilmek için çaba gösterecek....

Kaçı bu ülkede yaşamaya devam edecek?

Kuşkusuz onlar gibi daha nice gençler yetişiyor bu topraklarda.

Ancak partizanlık ile karşılaşan ve fırsat eşitliğinden yararlanamayan bu gençler
her bireyin doğal hakkı olan “çalışma” hakkını başka topraklarda aramak
zorunda kalıyorlar.

Yaşanan beyin göçüne her gün bir yenisi daha ekleniyor.

Her gün bir anne baba daha yıllarca emek verip yetiştirdikleri çocuklarının
ardından göz yaşı döküyor.

Gençler ailelerinin onlara en çok ihtiyaç duydukları zamanlarda yanlarında
olamamanın vicdan azabı ve hasreti ile bir ömür yaşamak zorunda kalıyorlar...

Geçtiğimiz günlerde Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı’nın
yayımladığı raporda dünyanın yoksul ülkelerinin verdiği beyin göçüne dikkat
çekildi.

Raporda gelişmiş ülkelere göç eden beyinlerin kendi ülkelerine bilgi
transferlerini ve yatırımları teşvik edebilecekleri bir mekanızma geliştirlmesi
önerisinde bulunuldu.

Göç nedeni ile kaybedilen vasıflı kimselerin yaşadıkları ülkelerden kendi
ülkelerine bilgi ve yatırım transferinin önemine vurgu yapılırken, yaklaşık 2
milyon vasıflı kişinin başka ülkelere göç etmek durumunda kaldığı açıkladı.

Bu sayının her beş üniversite mezununundan birine denk geldiği açıklandı.

Oysa gelişmiş bir ülke için bu sayı yirmi beşte bir gençe denk geliyor.

Acaba her fırsatta vasıflı bireylerin ülke için önemine, KKTC’nin geleceği
parlak genç bir devlet olduğuna vurgu yapan siyasetçilerimizden kaçı bu genç
devleti geliştirmek için ciddi çabalar sarfediyor.

Acaba burada doğan büyüyen ve yaşaması gereken vasıflı gençlerin kaçının, ne
sebeple ülkeyi terk ettiği ve nerede, ne yaptığı sorgulanıyor...

Acaba siyasetçilerimiz giden her gençle o hayalini kurduğumuz “ kendi ayakları
üzerinde duran devlet”in nasıl geride kaldığı ve kumdan kaleler gibi yıkıldığını
düşüne biliyor mu?

Yoksa iktidar olmaktaki yegane amaç “devlet malı deniz yemeyen domuz”
sözünden yola çıkarak devleti söğüşleme mottosundan öteye gidemiyor mu?