Memleketim her yönü ile kabak tadı veriyor. İktidarı ve muhalefetiyle, ekonomisiyle, Ercan hava alanıyla, 15 dakikalık yağmura mağlup olan alt yapısıyla, Hastaları daha da hasta eden aksayan sağlık sistemiyle, müşterilerini kazıklamaya çalışan bankalarıyla, havadaki yağmur damlasına dayanmayan elektriğiyle, gereksiz pahalılığıyla, parselleştirilmiş sahilleriyle, oyulmuş dağlarıyla, hasta edilmiş ormanlarıyla, çukur dolu yollarıyla....

Ve bu liste uzar gider...

İşte memleketimin hali, "eğri boyunlu" devede dahi acıma hissi uyandıran memleketim.

Artık nasıl bu hale geldik diye sormayacağım sorgulamayacağım ...

Çünkü soran sorgulayan biz bu hale nasıl geldiğimizi çok iyi biliyoruz,

Hepimizin bu tatsız durumun var olmasında bir şekilde katkımız var.

Rumların ya da uzaylıların bu konuda bir payı da olmadığını da çok iyi biliyoruz,

Zeki insanların hali başka olur derler ya, hele hem zeki hem ilkeli ve üretken olunca işte o zaman "best of the best" olur yani namı diğer "dondurmalı ekmek kadayıfı".

Ve işte bizde bunlardan çok var...

Hepsi, hem zeki, hem akıllı, çalışkan, boylu poslu, yakışıklı, zengin, en önemlisi çevresi geniştir. Zaten bizdeki sistem ne diyor, 3 bin oyu bul sandalyeyi kap.
Ve kurulan bu çarkın dönüşü belli, ya sisteme uyup entegre olacaksın, ya da pılı pırtını toplayıp bu diyardan gideceksin.

Ve bir şekilde sistem kendini ortaya koyar ve derki, bu böyle gitmez, seçim gerek.

Bu ana seçim mi olur, ara seçim mi?

Genel seçim mi, yerel mi?  ...  Kısmi mi? hepten mi?

Parti içi mi? parti dışımı?

Ve bu liste de uzar gider....

Maksat seçim olsun... Ne demiş eski İngilizler  "where is hareket.. there is bereket "

Nede olsa memleketimiz eski İngiliz müstemlekesi ve biz geleneklerimize bağlıyız.

Hoş, ben bu tür olayları yarışa benzetiyorum, kimi hakkıyla koşar yarışı, kimi doping yapar, kimi hakemlerin desteğine güvenir, kimi 100 metreci, kimi maratoncu.

Tüm bunlar bir yana, seçimlerin masraf, hareketin ve hizmetlerin duraksaması demek olduğunu kimse fark etmek istemiyor, ama ha babam seçim, kılıfın adı da hazır "Demokrasi".

Tabi işin acı yanı ve trajikomik tarafı. Kazanan biz isek, sorun yok çünkü bu sonuç demokrasinin zaferi demektir, ama maazallah bir kayıp edersek, bin dereden su getirmesini çok iyi bilir, rüşvetten başlarız, dış müdahalelerden geçeriz ardından Washington, Moskova ve sonunda Pekin'de bitiririz işi.

Belki siyasi sistemlerin en güzeline sahibiz, ama her nedense yöetimler konusunda halkımızın yüzü gülmedi, gülemedi, çünkü her gelen gideni arattı. Ne sağı ne solu nede ortadaki parti halkın derdine derman, ya da memleketin hayrına ferman olabildi.

Demokrasinin anlamına bakınca, Halkın yönetimi açılımı gelir karşımıza. O zaman ya biz düzgün değiliz ve doğal olarak tercihlerimiz doğrultusunda oluşan meclis kötü olur, halka ve ülkeye yararı olmaz hatta zararı olur. Ya memlekette adam kalmadı ve arta kalanları milletvekili diye seçiyoruz, ehveni şer diye. Tabi bu seçiminde neticesi bellidir, zira bazı ağaçların meyvesine ne yaparsan yap hep acı olur.

Bence mükemmel olduğunu kabul ettiğimiz bu sistem artık tıkanmıştır ve tez elden köklü çareler gerek var.

Dünyadaki siyasi sistemleri ve liderlerin profilini inceledikçe, sistemin ve liderin ne anlama geldiğini daha bir iyi anlar insanoğlu.

Her seçilmiş halkın temsilcisi yani "Milletin vekili", ettiği yemininden başka, halk tarafından seçildiğini ve görevi "onların adına" siyaset yapmak olduğunu unutmamalı.

Siyaset mesleğinin esası ise, ilke, ülkü, adalet ve "dürüstlüktür".

Bölgemizin büyük düşünürlerinden Fârâbî’ “Toplum sevgiyle kaynaşır, adaletle yaşar.” diye bir ifadesi var. Bu ifadenin benim için büyük önemi vardır. Hatta geldiğimiz durumun göstergesidir. Zira Kıbrıs Türk halkının özünde var olan o meşhur sevgi bağları artık ne yazık ki yok olmuştur. Dahası o sevginin yerine kin, nefret ve saldırganlık yerleşmiştir.

Halkı bu hale getiren, toplumu bu şekilde evrimleştiren unsurlar belli...

Ve bu "başarının" altındaki imza belli...

"BİZLER".