Adayarısında yine yağmur. Yine “sel”. Evleri yine su basmış hatta arabalar suların altında kalmış.

Yetmemiş, bu sefer çocuklar dere yatağının içine yapılan okulda hapis kalmış.
Dört bir yanı su ile çevrili bir coğrafyada, 40 senede yağan yağmuru ne yapacağımızı kestirememişliğimiz bir kere daha gözler önünde.

Bu yağmurdan sonra, bir önceki dönem yönetimlerde olanlar şimdi olanları reklam ederek sorumlu tutmakla, şimdi yönetimde olanlar bir öncekilerden bu mirası aldıklarını seslendirerek bir yağmur sezonunu daha atlatacaklar.

Bu sular kuruyup olan bitenin üstünden bir bardak soğuk su içildikten sonra, hükümet, belediyeler, mimar mühendis odaları bir araya gelip bu sorunu kökten çözmek ve düzeltmek için sistemli bir adım atmayacak. Yaptığımız yanlışlardan verdiğimiz inşaat izinlerinden sonra zararı nasıl gidereceğimizi planlamayacağız. Müşavir ordusu yaratmak dururken, bireyleri zengin etmek üzerine kurulu bu sistemi beslemek yerine toplum olarak bize yarayacak altyapıya, sağlığa, eğitime harcamayacağız paraları. 13 maaşı nasıl 14 yaparız, hastalık raporlarıyla daha çok gün işe gitmemeyi nasıl sağlarız ona bakacağız.

Bir sonraki yağmur mevsimine kadar harıl harıl bir çalışma ve değişim görmeyeceğiz.

Yine boş laflar, topu birbirine atmalarla geçip gidecek bu çamurdan batak.

Ta ki dere yataklarının içindeki okullarda hapis kalan çocuklar boğuluncaya dek sürecek bu politika üretmeyiş.

Villalar.
Lüks arabalar.
Her şeyimiz var.
Bugün okullarda sıkışıp kalan çocuklarımız olduğu gibi yarın boğulan çocuklarımız da olacak.

Memleket batmış.
Kimse köklü reformlar yapmak, dayanışmayla sorunları çözmek derdinde değil.
Politika yapmak yerine oyununu oynuyorlar.
Mobilize olmuyorlar, somut tek bir adım atmıyorlar.
Seçiliyorlar, vekil oluyorlar, bakan oluyorlar.
Banka hesaplarını büyütüyorlar.
Akrabalarını, eşlerini dostlarını işe sokup gerisini engelleyip kapı tutmayı güç zannediyorlar.

Memleketin sokakları kanalizasyona dönmüş.
Aldırmıyorlar.
İki çift “anti-sistem” duyulan sözü bir araya getirdiler mi kendilerini değişimin aktörleri zannediyorlar ve kendilerini öyle de reklam ediyorlar. Özde ne yapıyorlar? Bir sonraki seçime odaklanıyorlar.

Değişim getirecek olsalar orda olurlar mı hiç? O sistemin aktörleri ile yirmi yıl çalışıp, ondan sonra da eleştiriye soyunup, “ben gelince iyisini yapacağım” diye programsız, sistemsiz, plansız yarışa girerler mi hiç?

Politika yapmak yerine oyun oynuyorlar.
Küsüyorlar birbirilerine. Barışıyorlar sonra. Seçimde kuyu kazıyorlar, seçimden sonra el sıkışıyorlar. En uzağız dedikleri ile neyde ortaklaştıklarını, hangi sosyal politikaları hayata geçirmekte anlaştıklarını söylemeden koalisyon yapıyorlar.

Memleketin ruhu kanalizasyona dönmüş. Gelen çamura buluyor, giden çamura buluyor.

Kimisi bayrak söylemi altında çamura buluyor. Kimisi barışın uzağına götürdüğüne inandığı için zaten içinde yaşadığı sisteme inanmadığı için çamura buluyor.

Gelir uçurumlarının giderek büyüdüğü bir sosyal yapı içinde analar babalar su altında kalacak okullara para yetiştirerek bu sosyal yapıda öne geçme yarışında. Talep iyi eğitim değildi ama artık talep güvenli ortam sağlanması bile değil. Eğitim satılan bir mal ve hizmete dönmüş. Kapitalizmin koşulları gereği öğrencininbir gün okula gidememesinin maliyeti nedir? Ödemesini yapan velilere hizmetinin karşılığını alamadıkları bir günün parası iade edilecek mi? Ya topluma? Çocuklarına güvenli bir ortam sağlanamamasının, eğitimden uzaklaşmasının maliyeti kaç paradır? Bu maliyeti kim ödeyecek? Elbette bunu normal kabul etmeye devam eden halk.
Dibe doğru yarış hızla devam ediyor.
Villalar,
Lüks arabalar,
Dere yataklarına kurulup su basan okullar.
Her şeyimiz var.
Yakında evsizlerimiz ve okullarda boğulan çocuklarımız da olacak.
Ama mühim değil. Ortalık kurudu, sular çekildi.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerini konuşmaya kaldığımız yerden devam edebiliriz.