Bir önceki Habernews’te, Avıgatland’in mahkeme salonlarında Kraliçeland dilini bilmeden işaret parmağını sayfaya koyarak kekeleye kekeleye paragraf okuyan avıgatlardan söz etmiştik. Merceği bir de yargıçlara çevirsek hikayemizdeki bu taş yığıncığının durumu ne olur? Bizim hikayemizin merkezindeki Avıgatland’de, Kraliçeland’in hukuk kitaplarından maddeler çerçevesinde kararlarını vermek zorunda olan yargıçların bu dili anadilleri gibi bilmesi gereği yokmuş gibi yapılırmış. Böyle bir şeyi bekleyen vatandaş, ülkedeki hukuk sistemi adaletli ve etkin değilse o toplumun içten içe çürüyeceğini söylerse de çok garip karşılanırmış. “Okumuş vatandaşlara bile sistemimizi anlatamadıysak, halimiz harap” diye üç silahşörler modunda yarıgtaydaki baş patron, gözlerini devire devire hayıflanır dururmuş oturduğu kürsüden. Kısacası adaletli olmak hukuk sitemlerinde önce yetkinlikle başlar derseniz de yargıçların durumu size bir mizah skeci gibi gelirmiş aslında.

Tabi bu taş yığıncığının üzerindeki tek sorun mahkemelerinde değilmiş amma, her türlü yanlışlığa dur denilecek yer olması sebebi ile mahkeme en önemli de konumdaymış elbet. Fakat dur demek yerine, mahkeme yolsuzluğun, çarpıklığın devamını sağlayan bir araca dönüşüyormuş Avıgatlend’de. Mahkeme üzerinden yolsuzlar hırsızlar meşruiyet buluyorlarmış aslında. Boşuna değil, çok meşhur, oligarşinin parçası bir avıgat da gezip durup “ben bu illegal Avıgatland sisteminde, hırsızları, katilleri ve kerhanecileri koruyarak para kazanıyorum” deyip duruyormuş böbürlene böbürlene.

Günlerden bir gün, bu taş parçasına bir hırsız dadanmış. Bir dediğimize bakmayın, bu taş yığıncığnın üstünde aslında bu hırsızlardan çok varmış. Bu öyle bir hırsızmış ki, insanların beyinlerine girip fikirlerini çalmayı marifet bilirmiş. Eh beyinlerine giremeyeceği için de internetten bulup bulup yazılan eserleri çalarmış. Olay, ev sahibinin, bu misafirin hırsızlığını bulmasıyla başlamış. Bir küçük taş yığıncığı deyip geçmeyin. Tüm dünyada sanırsınız ki hırsız yargılanır ama burada hırsız bağırmaya başlamış, “ev sahibi var, yakalayan var!” Sonra da koşmuş, Avıgatland’in oligarşisinden bir avıgat bulmuş, soluğu mahkemede almış. İddiası, “ben hırsız olsam da sen beni yakalayamazsın” imiş. Sorun, hırsızlık değil ama yakalanması imiş, eh bizim hırsız da bunu büyük hakaret kabul etmiş.

Mahkemenin hırsıza yüzsüze nasıl bir yasal zemin hazırladığını akla sığdırmak zor ise, bu olaya bakmak kafiymiş. Çevresinde Avıgatland oligarşisinin nasıl çalıştığını iyi tespit etmiş kişiler hemen “hakaret davası aç” deyivermiş. Avıgatland’de kurumaların kendi içlerinde yolsuzluk mekanizmalarını çalıştırmamasının yolu hep meseleleri mahkeme aracılığı ile uzatmakmış. Esas amaç davayı uzatarak mahkemeyi bir araç olarak kullanmakmış ve herkes de bu işin farkındaymış.

Hırsız elbette ki davasını, bizim taş yığını Avıgatland’de oligarşinin kemikleşmiş hukuk bürolarından bir tanesine açtırmış. Dava yıllarca abuk sabuk gerekçelerle ertelenmiş, yargıç önüne gitmemiş. Gel zaman git zaman bilmem kaçıncı yargıç değişikliğinden sonra bir yargıcın elinde dava 4 yıl sonra görülmeye başlamış. İlk günlerde davayı açan zatı muhterem tanık kürsüsünde sorgulanmaya karşı çıkmış. “Anneland’in saygın, tanınan bildik kişisi olarak bu şekilde sorguya çekilmem anlaşılır gibi değildir. Suçlular orada. Ben davayı açtım efendim! Neden bana bu soruların davalı avıgatı tarafından sorulmasına müsaade ediliyor anlamış değilim” demiş. Anladınız ya, Anneland’den gelmek, herhangi bir pozisyon tutmuş olmak ve davacı olmak bu fikir hırsızının, daha dava görülmeden “haklı” pozisyonunda kendini sunması için yeterli sebepmiş bu bizin taş yığıncığında. İlk başta yargıç, o meşhur Anneland, Avıgatland tansiyonunun doğurduğu tepkiyi vermiş ve “bizim sistemimizi pek bilmiyorsunuz galiba, burası Anneland gibi değil” demiş, avıgata dönüp “müvekkilinize Avıgatland sistemini anlatmadınız galiba, sorgulanmaya karşı çıkamaması gerektiğini bilmesi gerekiyor, anlatın buradaki sistemi” demiş. Heyecanlandınız değil mi? Bu küçük taş yığıncığı Avıgaland’de işler doğru gidiyor diye düşündünüz bir an. Ama fikri hırsızına Avıgatland’in yargıcının had bildirmesi çok uzun gitmemiş. Bir sonraki duruşmada kürsüsündeki yerini aldığında, fikir hırsızı kürsüye tekrar çıktığında yargıç yumuşak gülücükler atmış, “sizi çok iyi alıyorum ama karşı tarafa bu şekilde konuşmanız hakarete girebilir, kayda giriyor sonra başınız ağrımasın” diyerek koruma amaçlı ikazda bulunmuş. Davacının bir önceki duruşmadaki stresli, tir tir titreyen hali gitmiş. Kendine güveni yerine gelmiş. Ortak siyasi çevrelerinden ulaşmış olmanın dayanılmaz hafifliği vücut diline yansımış. Fikir hırsızının arakladığı metinlerinden birinin Kraliçedilinde yazıldığını gören ve sadece annesinin dilini konuşabilen yargıç paniklemiş: “Ben Kraliçeland dili bilmem! Bu metinlerin Anneland diline çevrilmesi lazım!” diye ağzından atıvermiş. Kendisine yapılan hırsızlığın fikir hırsızlığı olduğu, çalınan fikrin yazıldığı dilde tutulması gerektiği anlatılmış. Yargıç ne yapacağını şaşırmış. Koltuğunda huzursuzca kıpırdanmış bir süre. Tam bu esnada oligarşinin kemikleşmiş hukuk bürolarından yeni yeni pişirilen avıgat kalın bir Kraliçedil kitap açıp işaret parmağını satırlarda gezdirerek sorgulamanın yapılmasına mâni olan gerekçeyi okumuş. Davalı avıgatın ilk karşı cevap metninde gerekli metinleri koymayı “gözardı” etmiş olduğunu savunmuş. Kürsüdeki pek muhterem yargıcın özgüveni mahkemenin penceresiz karanlık atmosferinde, korku içerisinde kapana sıkışmış bir kuşun telaşla kapıyı bularak uçup gitmesi gibi bir anda ortadan kaybolmuş. “Ben ara vereceğim, bu atıf yatığınız maddeyi okumam lazım” demiş, aklının tüm karışıklığı, ne konuşulduğunu bilmemenin verdiği hayret içerisinde, özgüveninden sonra kendisi de pılısını pırtısını toplayarak kürsüden inmiş.