1963 olayları ile Kıbrıslı Türkler ciddi bir yıkım ile karşı karşıya kalmışlardı.

Köylerinden göç etmek zorunda kalan, evini, işyerini, tarlasını, bağını-bahçesini terk eden Kıbrıslı Türkler, adanın belirli bölgelerinde toplanmışlardı.

11 yıl adanın dar bölgelerine sıkışmış olarak hayatta kalma mücadelesi veren Kıbrıslı Türkler, doğal olarak bu dönemde ciddi ekonomik varlık ve gelişme gösterememişlerdi.

Makarios’un, Kıbrıslı Türklerin kapalı bölgelerde kalmasında ve buralara ekonomik ambargo uygulamasında ısrar etmesi, Türk toplumunu göçe zorlayarak yavaş yavaş eriyeceğine inanmasından kaynaklanmaktadır.

Kıbrıslı Rumlar ise Kıbrıs Cumhuriyeti’nin avantajlarını, daha o yıllardan kullanma becerisini göstermiş ve büyük bir ekonomik kalkınma trendi yakalamışlardı.

GKRY, 1974‟den önce Türk bölgelerinde uyguladığı kuşatma günlerinde 37 çeşit ticarî malın girişini yasaklamış, Türk bölgelerine yol, su, elektrik hizmetleri vermemiş, Türk köylerinin ürettiği ürünleri tahrip etmiş veya çok cüzi miktara almış, son olarak da Türk bölgelerine yatırım izni ve krediyi vermeyerek engellemiştir. Bunun üzerine Türk halkı ekonomik çöküntü içine girmiştir.

1963’te Kıbrıslı Türklere göre yüksek olan ekonomik gelişmişlik düzeylerini, 11 yılda daha da yükselterek Türklerle arasındaki farkı artırmışlardı.

Böylece Rum burjuvazisi, ekonomiyi kontrol altına alarak, adanın siyasî kontrolünü de kendi uhdesinde toplamaya çalışmıştı.

Bir başka deyişle Rum burjuvazisi, Kıbrıslı Türkler üzerinde ekonomik üstünlüklerini “ezici bir güç olarak kullanmıştı.

Aslında Makarios tarafından uygulanan bu taktik, ‘’psikolojik harbin‟, ekonomik yansımasından başka bir şey değildi.

Özellikle Türkler üzerinde uygulanan ambargonun beklendik sonuçları arasında işsizliğin artması, toplumsal direncin bozulması, sosyal dinamiklerin zedelenmesi ve bunun yıkıcı tesirlerinin ileriki yıllarda görülmesi sayılabilir.

Böylece işsizlik, toplumsal moral ve direnci yıpratarak, Kıbrıslı Türklerde ekonomik çöküntüye ve moral değerlerde psikolojik tepkimelere neden olacağı düşünülmüştür.

Bu maksat hâsıl olduktan sonra Kıbrıslı Türklerin aleyhine baskı unsuru olarak kullanılacağı ve böylece Makarios‟un arzu ettiği siyasal çözüme ulaşılacağı tasarlanmıştır.

Nitekim bu süre zarfında Kıbrıs Türk toplumunun ekonomik kayıpları oldukça büyük olmuştur.

Örneğin tarım ve endüstri kolunda çalışanlar, işlerini tamamen kaybetmiş ve mevcut hükümetten maaş alan 4.000 kişinin maaşları kesilmişti.

Bu arada Kıbrıs’taki toplumların yaşaması, “iktisadî şartların elverişli” olmasına bağlıdır diyen İsmet İnönünün tarihi konuşmasınında TBMM arşivlerinde durmakta olduğunu söyleyelim.

Bu görüş, 12 şubat 1959 tarihinde Londra‟da yapılan Averoff-Zorlu görüşmesiyle ilgili tutanaklarda da vardır.

Bu yüzden “müsaadeye mazhar ülke” 6 formülü hayata geçirilmesi teklif edilmişti.

1968 yılına kadar yaşanan bu süreçte Kıbrıslı Türkler üretimden kopmuşlar ve dışarıdan gelen ekonomik yardımlarla yaşayan kapalı bir ekonomi haline gelmişlerdi.

1958 yılından itibaren Türk sermayesini geliştirmek için uygulanan “Türk‟ten Türk‟e kampanyası” söz konusu dönemde Rum sermayesinin baskıcı yöntemine maruz kalmasına rağmen sermaye, yatırıma dönüşememiştir.

1968 yılında Türk ve Rum bölgeleri arasındaki barikatların kaldırılması ile Türkler bir yandan kendi işyerlerindeki üretimlerini artırırken, diğer yandan da Rum işverenlerin yanında üretime emek gücü ile katılmaya başlamışlardı.

İşte o günlerde ve sonrasında başlayan olaylarlada birleşen bu psikolojik harbe daha fazla dayanamayan Halk Kıbrıslı Türk varlığını korumak için;

VAR OLMAK LAZIMSA KAN AKITMAMAK NİYE” kelimelerinin baş harflerinden meydana gelen Ulusal bir savunma örgütü olan Volkanı kurmuştu.

Heyhat gelin görün ki bugün Adanın kuzeyinde yaşanan ihale vurgunları ,rüşvet, komisyonculuk, iş takipçiligi,liyakatsız atamalar,gelir dağılımındaki adaletsizlik yapanın yanına kalan uygulamalarla farklı bir formatta da olsa bundan 60 yıl önceki gibi Kıbrıs Türk varlığını tehdit eden benzer şartlar yaşanmaktadır.

Ve öngörüm şudur ki Volkanın yeni baştan ama bu sefer kendi içimizdeki hainlere karşı yeniden hayat bulup faaliyete geçmesi an meselesidir.

Bu tarihsel anektoda yalnızca Kıbrıslı Türk idarecilerin değil ayni zamanda Kıbrısta Kıbrıslı Türklerle ortak bir dava sürdürüldüğünü söyleyen Türkiye siyasetçilerininde dikkat etmelerinde büyük fayda olduğunu düşünüyorum.

Son Not

“Ekonomik üstünlüğümüzü sadece gizlemedik; aynı zamanda bunu sıkıntı içindeki Kıbrıslı Türklere, belki de en güçlü yem olarak kullandık. Kıbrıs Rum toplumunun, kendi refahını, baskı altındaki Kıbrıslı Türklerin çözüm arzusunu artırabileceği yönündeki inancı gerçek ve aşikârdı. Hepimiz, Rum ekonomisinin gelişmiş olmasından dolayı, Kıbrıslı Türklerin çözüm isteğini artıracağının farkındaydık. Zaten „işgal‟ bölgesine karşı ticarî ve ekonomik ambargo uygulanmasında ne kadar çok ısrar ettiğimiz bilinirken, bu alandaki politikamız hasıraltı edilemezdi. Eğer ambargoda ısrar ettiysek, bunun sebebi, Kıbrıslı Türklerin ekonomik sıkıntılarına, siyasî açıdan yatırım yapmış olmamızdı. Eğer Kıbrıslı Türkler, yasadışı ve tanınmamış devletçiklerinde refah içinde yaşasalardı, o zaman da Kıbrıs sorununun çözümünü destekleyeceklerine inanmamız saflık olurdu” (Gazeteci Pampos Haralambus, 2003:11).