Hani bir söz var ya bir ülkenin gazeteleri ve medya kuruluşları demokratik olmayı bırakmış, dürüstlükten ve etik değerlerden ödün veriyorlarsa o ülkenin başka düşmana ihtiyacı yoktur diye…

Şu an sözün sahibini hatırlamıyorum.

Zaten bu sözün kendisi de değil. Ancak mantığı bu doğrultuda ilerleyen bir ülkeye dönüşüyoruz besbelli.

Son günlerde Serhat İncirli’nin başına geldi diye değil, genel olarak atılan başlıklardan, ülkenin gündemi haline dönüştürülen meselelere kadar, toplumu bilgilendirmenin yanı sıra aydınlatmayı bir kenara bırakarak güdümlü olarak yönlendirmeyi prensip edinmelerine kadar yaşananları kendimize yakıştırıp yakıştırmadığımıza bakmalıyız.

Böyle giderse zaten onlarca kutba ayrılalım diye üzerimizde çalışıp kafamızda tuz dövenlerin ekmeğine bal sürmüş olduğumuzun farkında olanlar bir kenarda, bunun zaten farkında olduğu halde ülke ve toplum değil ama bireysel çıkarları için çabalayanların da darbelerine katlanmak daha da zorlaşacak.

Ne acıdır ki, milliyetçi bir birlik ve düzen kurmaktan bahsederek, bu düzenin sürdürülmesinin önemi uğruna vurgu yapanların arasında harekete geçen basın etiğini yerle bir edecek, demokrasi, çok sesli ve aydın yapıyı enkaza çevirecek bu düzenin altında kalacak olanların sadece bizler olmayacağını her defasında hatırlatsak da bu vesile ile bir kez daha hatırlatmakta fayda olacağını söylemek gerekiyor.

***

Ne kadar kolay yalan haber yapıldığı, ne kadar kolay bilinçli olarak eksik bilgi ile haberler yayınlandığı, ne kadar belli zümrelerin işine gelecek kısımların çıkarılarak eksik bilgilendirmeye rağmen toplumu tartışmaya ve endişeye sürükleyecek haber içerikleri bulunduğunu; bunları tartışmaya açan köşe yazarlarımız arasında da tartışmaların sürdürülmesi dedikodu zihniyetleri ile tartışma mevzuları yaratıldığını gördükçe üzülmemek elde değil.

Dedi kodu ile basın anlamındaki haberciliğin birbirinden ayrılamadığı bir düzene ulaştık sonunda!

Bir kişinin güvenliğinden, kazancına, ahlakından namusuna kadar kolaylıkla el ve dil uzatacak, çeşitli kesimlerin birbirine düşmesine kavga etmesine neden olacak bir anlayışın basına yerleşmesine izin vermeyenehalen basın etiğine özenle sıkı sıkıya sarılan kuvvetli bir kalabalık olsa da her geçen gün türeyen devşirilmiş bir grubun ne acıdır ki kalemlerinden gözlüklerine kadar satılmışlığın aktığı, patronların da kendi çıkarları doğrultusunda günebakan gibi sağa sola dönerek kendi ucuz hesapları, kolay prestijleri ve yapay saygınlıkları doğrultusunda hareket etmekten keyif aldıkları bir ortamdayız!

Hırsız mısın yoksa polis mi ya da her ikisi birden mi noktasında bazı işlerin birbirine karıştırıldığı, belli makamlardaki kişilerin etik değerleri elverse de yasal olarak yapmamaları gereken bazı işler vardır ya…

Ancak deyin ki çivisi oynamış bir yapının sallanmadan durması ve her andevrilmesin diye sürekli destekle devam ettirilmeye çalışıldığı, ölü de olsa yaşarmış gibi gösterileceği birdüzende seni bir bu mu rahatsız ediyor?

Ne keyifli(!) bir ülke ne zengin bir çeşitlilik(!) ve ne demokratik(!) bir algı…

Varın size değerlendirin düşmanımız aslında kim ve biz hangi düşmanla mücadele ediyoruz?

Dr. Çiğdem DÜRÜST