Akıncı 45 senedir siyasette. 72 yaşında. Ben 46 yaşındayım. Kendisini desteklemeye başladığımda 15 yaşlarındaydım. Kıbrıs’ın ve Kıbrıslıların geleceği olacağına inanıyordum. Ülkeye bağımsızlaşma yolunda büyük adımlar attıracağına, gerçek-somut değişimler getireceğine inanıyordum. O zamanlar da miting alanlarında “çocuklarımızın onurlu bir geleceği olması” adına kürsüden yeminler ediyor, beyaz güvercinler uçuruyordu. 15 yaşında bu laflar bana çok tatlı geliyordu ama şimdi kendi oğlum, Hür, 15 yaşındayken onur, vicdan, irade gibi lafların bozuk para gibi seçim dönemlerinde tüketilmesi midemi alt üst ediyor artık. Akıncı ben 15 yaşındayken “onurumuzla yaşamak için oy istiyorum sizden!” diyordu, oğlum 15 yaşındayken hala aynı şeyle oy istiyor. Oğlum gibi gençler 20 yaşına gelip Akıncı önümüzdeki beş yılı bitirdiğinde ne başarıldığına bakılacak. Son iki seçimdir 30 sene önce Akıncı’nın “Lefkoşa’nın kanalizasyonunu onardığını” onlarca kez dinledik. 2025’te yeniden bunu duyduğumuzda, 20 yaşındaki gence bu yetecek mi? Çünkü başkaca bir programı yoktur, yeni kanalizasyonlar da dahil.

Akıncı’yı destekledim desteklemesine ama daha 17 yaşından itibaren, benim desteğim hiç koşulsuz olmadı. Kendisine ilk mektubumu parti başkanlığından istifası üzerine yazmıştım. Yıllar içerisinde de başbakan yardımcılığı döneminde kendisine yönelik daha iyi bir yönetsel talebi çok kaleme aldım. Solu güçlendirecek olanın bu eleştiriler olduğuna hep inandım. Eleştirisiz gelişme ve daha iyi hizmet olmayacağına inancımla kendisine hiçbir zaman “liderim her şeyin en iyisini bilir” demedim.

Amerika’dan aldığım sosyal bilimler doktorasıyla adayarısına döndükten sonra akademide intihalci/fikir hırsızı ve diploma sahtecilerinin azımsanamayacak düzeyde olduğunu görünce, temiz akademi mücadelesine girdim, işsiz bırakıldım ve memleketimden sürüldüm.

Akademi sahteci olmayan, derecesini hak ederek alan herkes için evrensel bir meslektir. Her yerde yapılabilir. Mesleğimden hiç kopmadım, öğrencilerimle sınıflarda buluşmaya ve akademik araştırmalarıma devam ettim. 2015 Cumhurbaşkanlığı seçiminde uçağa bindim, Akıncı’ya oy vermek için adaya gittim. Öğrenci iken de kendisine oy vermek için adaya uçtuğum çok oldu. 2015 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine de memleketinden sürülmüş bir akademisyen olarak oy vermeye gittim.

Akıncı 5 yıl önceki seçimlerinde insanlarımızın adada çalışamamasından, adada barınamamasından dem vuran çok malzemeyi propagandasında kullandı. Kendi çocuklarını bile örnek verdi. “Yaşam şartları el vermediği için benim çocuklarım bile dönememektedir. Halbuki insanlarımızın burada yaşaması lazımdır. Biz bunun için çalışacağız. Dönebilsinler diye göreve geleceğiz. Ben de bir baba olarak bunu istiyorum,” demişti beş yıl önce. O kadar inandırıcı idi ki! Şimdi de “ben her şeyden önce bir babayım” diyor bu seçimde de. Vicdandan o zaman da bahsetti. Kendi ayaklarımız üzerinde durmaktan, kendi insan kaynaklarımızı tüketmemekten, hepimizi geri kazanmak için çalışmaktan söz edip durdu.

5 yıl önce, seçime oğlumla gittim. Kazandığı akşam konuşma yapacağı yere gelmesini kalabalıkta beklerken oğlum göğsüme yetişebilen başını umutla kaldırdı gözlerime baktı. “Sevindin çünkü Akıncı seçildiği için artık eve, Kıbrıs’a geri gelebileceğiz mi demek bu?” dedi. Gözlerimi gözlerine indirdim. “Artık umut geldi” dedim, “adaletten yana olan geldi. Bu ülkenin insanını yedirtmeyecek olan geldi. Emekli büyük elçilerin kumar parası kazanmak için üniversiteleri kullanmasına son verecek ses geldi. Artık her şey daha iyi olacak”. Böyle bir mücadeleye neden girdiğimi, evimizden ayrılmak zorunda bizi neden bıraktığımı anlamayan ve bana birkaç yıla yakın dargın kalan oğlumun gözleri umutla ışıldadı. Ama ne yazık ki benim oğlum bütün gönlü ile bağlı olduğu adayarısında büyümedi. Ne adalet geldi, ne vicdan, ne dik duruş, ne de memleketin insanına sahip çıkma politikası. Beni memleketimden göndertenlerden sonra yeni cumhurbaşkanı da verdiği tüm sözlere rağmen sürer duruma sessiz kalarak onay verdi. Makama gelindi ama adalete dönük sözleri balon oldu uçtu gökyüzünün mavilerinde gözden kayboldu. Memleketimde akademisyen olma hakkım elimden alındı ve “iktidar” değiştiğinde kimsecikler bunu düzeltmek için tek bir adım atmadı. Akademi de hala temiz değil. Akıncı’nın cumhurbaşkanlığı döneminde “ben senin cumhurbaşkanını sallamam” diyen emekli büyük elçi ben adadan sürüldükten sonra yıllarca adayarısı üniversitesinden maaş çekmeye devam etti. Sağ ve sol bugün adayarısında muhalif sesi olanları birlikte ekarte etmektedir. Adaletsizlikler el birliği ile sürdürülmektedir. Fazlaca muhalif ses çıkarmama yolunu seçenler tutunabilmektedir. Daha doğrusu, iki kutbun birinde durup sadece karşı tarafa muhalif olmayı seçenlerin hepsi tutunabilmekte, hatta serpilmektedir. Bu da sürer durumun sebebidir.

O anı takip eden beş yıl içerisinde, halk önüne vekil olmak için çıkıp seçilemeyenler Cumhurbaşkanı desteği ile müdür yapıldı, çalışmadıkları kurumların başına paraşütle atananlar oldu. Ben Amerika’dan bursla okuyarak kazandığım doktoramla memleketimde bir daha hiç öğrenci yetiştiremedim. Memleketimin kadınları ile ilgili yapılması sistemik olarak engellenen savaş çalışmalarını devam ettiremedim. Ülkemin çok ihtiyacı olan sosyoloji alt yapısını kurabilecek bilgi birikimimi adayarısında hiç kullanamadım. Ülkemde üretmek, çalışmak istedim.Yapmak istediğim ülkem yararına, ülkemi ayağa kaldıracak bilimsel alt yapının oluşması için çalışmaktı. Bunun için olsa gerek memleketimde profesyonel hayata bir daha hiç adım atamadım. Adayarısında birilerinin iki dudağı arasındaki atamalarla olan gelip geçici müdürlükler, müşavirlikler adalet sağlamaktan çok daha kolay dağıtılabiliyor. Ne de olsa incircinin çuvalından. Hep öyleydi, hep öyle kaldı.

Sürgünde olduğum süreçte, Akıncı cumhurbaşkanı olduktan sonra bir fotoğrafını gördüm. Lefkoşa Belediyesinin maratonuna katılıyordu. Kucağında torunu vardı. Akıncı, cumhurbaşkanı olarak torunu ile maraton koşabiliyordu. Benim oğlum Akıncı’nın seçilmesinden bir yıl önce kanserden ölümüne beş kalan anneannesi Çağla Konuloğlu’nu, 48 saatten az bir süre yanında kalabilecek şekilde ziyaret edip sürgüne geri dönüyordu. Akıncı seçildikten sonra, bugün, canımız ciğerimiz bir başka aile ferdimizin kanserle mücadelesinde kendisini hala kucaklayamadık, hala yanında olamadık. Bu adanın bazı çocukları, her şeyden önce baba olan dedelerinin kucağında maraton koşar, bazıları da ölüme yaklaşan anneannelerine sevgilerini uzakta olukları için son görüşlerindeki öpücüğe sığdırır.

Hür çocuk bugün artık adayarısına dönmeyi talep etmiyor. Bana sesleniyor, artık o kadar uzadı ki gözlerini bulabilmek için başımı kaldırmam gerekiyor. Beni kucaklıyor ve “üzülme anne” diyor. “Orası sevdiklerimizi ziyaret etmek için güzel sadece. Ortalama altı şeylerin deluxe (lüks) fiyatına satıldığı, pek fazla fırsatın da olmadığı bir yer” diyor.

Bana gelince, üzülerek ifade etmem gerekirse, adayarısından çok daha kaliteli bir akademik yaşam, yürüdüğüm yolda beni kucakladı. Adayarısı dışında sevgiler, düşünüşler üremeye devam etti. Çocuğum adayarısı dışında büyüdü. Seçim sürecinde yazdıklarımı okuyup “ne istediğimi”, “kimi desteklediğimi” soran da çok oldu. Ama kimse “neyi desteklediğimi” sormadı. Özgürleşmeyi destekliyorum. Adayarısında sesinizin olması için adayarısında olmanız gerekmiyor. Ben artık genç değilim. Umudum, benden sonraki kuşaktaki gençlerin memleketlerinde sırf muhalif ses çıkardıkları için ekmekleri ellerinden alınarak ekarte edilemeyeceklerinin bilinmesidir. Artık siyasetin yapılış biçiminin devir atlaması gerekiyor. Çağ değişti, sistem dışından da muhalif sesinizi ortaya koyabileceğiniz bir dünya var artık. Siyasetçiler yeni gelen nesle sahip çıkmalı, hem de tüm muhaliflikleri ile. Gençlere de kıssadan hisse: Muhalif sesinizi bir yerlere tutunmak için kısmayın, tutunmak için kimseye yamanmak zorunda hissetmeyin. Alternatifler yaratarak yaşayın. Ve her şekilde sesinizi çıkarın. Özgürleşme sizleri dizginleyenlerin ipleri arkasında nefesiniz kesilirken onlarla yürüdüğünüz yolda gelmeyecek.

Ve biliyor musunuz? Galiba Hür çocuk haklı. Önümüzde bir seçim. Propagandalar, posterler, çevreye saygısı tartışılır, Akıncı’nın pandemiden dağıtılamadığından şikâyet ettiği tahminimce pahalı kuşe kâğıttan onlarca broşür ve söylemler deluxe (lüks) fiyattan. Peki yaşam? Akıncı’nın R.R. Denktaş’a kanalizasyonla ilgili yaptığını anlattığı bir şaka var. Dediğine göre, kanalizasyon patlarsa Denktaş’a “dikkat et senin (silihtarın) bahçeden fışkırabilir” demiş. Şimdi 5 uzun yıldır Akıncı o bahçede oturuyor. Bir daha gelmek için kanalizasyonu anlatıyor yeniden. O zaman, haydi adayarısı sandığa, mağdur halk için sevdikleri ile çevrelenmiş şekilde yeni maratonlar koşacak bir cumhurbaşkanına! En lüksünden.