Sağlık ciddi bir konudur. 

Pratisyen doktorlar, uzman doktorlar, diş hekimleri, hemşireler, diğer tüm sağlık yardımcı sağlık personeli ve akademisyenler ile ilgili olarak, ülkemizin kısa, orta ve uzun vadeli ihtiyaçlarının belirlenmesinden tutun da, onların eğitim ve öğrenim süreçlerinin planlayan kurumlar, Sağlık Bakanlığı, YÖDAK ve Kıbrıs Türk Tabipleri Birliği’dir. Aslında konu oldukça geniş. 
Ele almaya çalışacağım bölüm, tıpta uzmanlık eğitimi. Konuya, tıp eğitimi ile giriş yapalım. 
Türkiye ve Avrupa Birliği Ülkeleri’ndeki tıp fakültelerinden mezun olup ülkemize dönenlerin pratisyen doktor ünvanları, yetkili kurumlarımız tarafından geçerli kabul ediliyor. Bir de, sadece Yakın Doğu Üniversitesi Hastanesi Tıp Fakültesi’nden mezun olanlarda sorun yok. Böylece, ülkemizin pratisyen doktor ihtiyacını karşılamak adına, sistem gayet normal işliyor. Peki tıpta uzmanlık, yani uzman doktor eğitiminde durum nasıl? İşte tam burada, bir tarafta birçok yasa, tüzük, protokol vb. durumlar mevcutken, diğer taraftan da karşımıza de facto bir tablo ortaya çıkıyor, bazı sorular zihnimizi kurcalamaya başlıyor
KKTC ile TC arasında, 1991 yılında ‘’Sağlık Alanında İşbirliği Protokolü’’ imzalandı. Bu protokolün amaçları arasında, ‘’Lefkoşa Dr. Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi’nde on ayrı dalda, yarı süreli asistanlık eğitimi yapılmasına olanak sağlamak’’ vardı. İşte, Dr. Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi’nde asistanlık eğitimi bu sayede başladı. Yani Türkiye’nin teşviği ile! Üstüne üstlük, buna ilaveten bir de, Türkiye’deki devlet hastanelerinde, sadece KKTC vatandaşlarının yararlanabileceği bir ‘’tıpta uzmanlık eğitimi kontenjanı’’ da açıldı. Bunun amacı, KKTC’nin uzman doktor açığını, herhangi bir engele takılmaksızın ve zaman kaybetmeksizin tamamlamaktı. Bugün hala, Dr. Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi’nde bazı branşlarda, yarı süreli asistanlık eğitimine devam edilirken, bazı branşlarda ise tam zamanlı olmak üzere Türkiye’de asistanlık eğitimlerine devam ediliyor.
 Aradan 28 yıl geçti. Kontenjanlar suiistimal edildi. Devletin planlaması ile değil, tıp fakültesini bitiren kişinin ‘’paşa gönlü’’ doğrultusunda kontenjanlar açıldı! Hatta bazıları öylesine suiistimal etti ki, gittiği yeri, seçtiği branşı beğenmedi, yeni kontenjan açtırdı devlet babasına! Hal böyle olunca da, bazı uzmanlık alanlarında doktor sayısı fazla iken, bazı uzmanlık alanlarında da doktor sıkıntısının çekilmesi kaçınılmaz oldu! Diğer taraftan da Yakın Doğu Üniversitesi Hastanesi, gerek TC’nin gerekse KKTC’nin resmi makamlarının onayları olmaksızın, ‘’kendi insiyatifi ile’’ asistanlık eğitimi veriyor! Akıbetleri ise hiç araştırılmıyor, sorgulanmıyor!
Böyle bir tabloda, akıllara bazı zorular geliyor:
1- Dr. Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi (DBNDH), eğitim ve araştırma hastanesi midir? Bunun için gerekli altyapıya (ki bu altyapı genel sağlık sigortasına geçişte de engel gösterilen bir altyapıdır) sahip midir?
2- DBNDH’de görev yapan kamu hekimleri, yarı süreli asistanlık eğitimi verme sırası kendilerine geldiğinde, gerçekten asistanlık dersleri veriyor mu? Eğitim verecek doktor sayısı yeterli mi, hangi kriterlere göre seçiliyor? Derslikler var mı? Asistanlık eğitimi konularının ve saatlerinin belirtildiği ders programları var mı? Asistan vizitleri yapılıyor mu? Asistanlara ara değerlendirme sınavları yapılıyor mu, notlar bir yere kaydediliyor mu?
3- DBNDH’nin asistanların bitirme tezlerine ne kadar katkısı var?
4- Belki de en önemli soru: Kontenjandan asistanlık eğitimine gönderilen gençlerimizin kaçı ülkemize kalıcı olarak yerleşiyor?
Kimse yanlış anlamasın ama, 28 yıl önce imzalanan bir protokole sıkı sıkıya bağlı kalmak, hiç de modern bir yaklaşım değildir. Hele hele konu, ülkemizin, halkımızın ihtiyacı olduğu uzman doktorların yetiştirilmesi söz konusu ise, hiç değildir! Üstelik, bir tarafta, asistanlık eğitimi anlamında 3-5 saat verimli olan bir hastanenin eğitimi, resmi makamlar tarafından kabul edilirken, diğer taraftan, tam gün çalışan ve akademik eğitimin içerisinde olan, Türkiye’den gelen öğretim üyelerini bünyesinde barındıran bir üniversite hastanesinin asistanlık eğitimini yine ülkemizin resmi makamları tanımıyor! Sanki tam tersi olması gerekiyormuş gibi geliyor bana! Bu sorularıma ve çıkarımlarıma bazı kurumlardan tepkiler gelebilir. Ama ‘’kral çıplak!’’ demek de böyle bir şeydir. Çözümler adına yeni ufuklar aramak herkesin görevidir. Bunlar da benim önerilerimdir:
Kimse yanlış anlamasın ama, 28 yıl önce imzalanan bir protokole sıkı sıkıya bağlı kalmak, hiç de modern bir yaklaşım değildir. Hele hele konu, ülkemizin, halkımızın ihtiyacı olduğu uzman doktorların yetiştirilmesi söz konusu ise, hiç değildir! Üstelik, bir tarafta, asistanlık eğitimi anlamında 3-5 saat verimli olan bir hastanenin eğitimi, resmi makamlar tarafından kabul edilirken, diğer taraftan, tam gün çalışan ve akademik eğitimin içerisinde olan, Türkiye’den gelen öğretim üyelerini bünyesinde barındıran bir üniversite hastanesinin asistanlık eğitimini yine ülkemizin resmi makamları tanımıyor! Sanki tam tersi olması gerekiyormuş gibi geliyor bana! Bu sorularıma ve çıkarımlarıma bazı kurumlardan tepkiler gelebilir. Ama ‘’kral çıplak!’’ demek de böyle bir şeydir. Çözümler adına yeni ufuklar aramak herkesin görevidir. Bunlar da benim önerilerimdir:
1- Öncelikle, ülkemizin kısa, orta uzun vadeli pratisyen ve uzman doktor ihtiyacı belirlenerek, kamuoyu ile paylaşılmalıdır.
2- KKTC ile TC arasındaki yarı süreli asistanlık eğitim protokolü en kısa sürede güncellenerek, DBNDH’nin altyapısı tam anlamıyla yeterli hale getirilene kadar, buradaki yarı süreli (yarım yamalak) asistanlık eğitimine son verilmelidir. Asistanlık eğitimi alacak doktorların tamamı, yapılacak yeni protokol ışığında belirlenecek hastanelere tam süreli olarak gönderilmeli, bu sayede, ülkemizde 2 ya da 3 sene boyunca, sayı ve çeşit anlamında daha az vaka görmelerinin, daha az teorik eğitim almalarının önüne geçilmelidir.
3- Kontenjan sistemi ile Türkiye’ye sınavsız asistan eğitimine gönderilmesine son verilmeli, asistanlık eğitimine başlamada, hali hazırda var olan ve KKTC vatandaşları için özel açılan, Tıpta Uzmanlık Sınavı kontenjanının kazanılması şartı genel kural olmalıdır. Bu sayede, keyfi uzmanlık branşı seçmenin, danışıklı uzmanlık kontenjanlarının açılmasının önüne geçilebilecektir.
4- Ülkemizdeki üniversite hastanelerinin asistan eğitimlerini onaylayacak kriterler hızlı bir şekilde belirlenmelidir. Gerekirse Türkiye ile yapılacak yeni protokolde, buna da yer verilerek, hiç olmazsa bazı branşlarda, ülkemiz üniversite hastanelerinin asistanlık eğitimleri de geçerli sayılır hale getirilmelidir.
5- Şayet, asistanlar, devlet hastanesindeki iş yükümüzü hafifletiyorlar deniliyorsa, KKTC ve TC arasında yapılacak bir protokolle, Türkiye’de asistanlığını tamamlayarak uzmanlığını alma aşamasına gelen doktorlar, Türkiye’deki mecburi hizmete karşılık gelecek şekilde, ‘’erasmus’’ programına benzer bir program çerçevesinde DBNDH’nde değerlendirilebilir. Uzman eksikliğimiz tamamlandıkça da bu sistem zamanla terk edilir.
Bu ülkede, -mış gibi, -miş gibi yapma zamanı çoktan geçmiştir. ‘’Uzman doktor yetiştiriyormuş gibi yapmak’’ da bunlardan birisidir. Sağlıkla ilgili ihtiyaç ve eğitim planlamalarımızda bilimsel olmak zorundayız. Bunu yaparken de ülkemizin olanaklarını topyekün kullanmalıyız. Türkiye’nin iyi niyetli desteğiyle imzalanmış ancak, 28 yıldır altyapımızı düzeltemeyen, uyanık geçinen üç-beş kişinin çıkar hesaplarına kurban edilmiş, miadı çoktan dolmuş protokolü, sağlık sistemimizin sırtında bir kambur gibi taşımamalıyız…
Dr. H. İlker İpekdal