Türkiye Cumhuriyeti yasalarının, dünyanın hangi ülkesinin yurttaşı olursanız olun, hakkınızda bir karar alınabilir ve yürürlüğe konulabilir olduğunu daha önceden sizlerle paylaşmıştık. Bu hususta yazısı bulunan tek köşe yazarının ben olmadığımı da hatırlatmak isterim.

Özellikle konuyu milli birlik ve beraberliğe bağlayabiliyorlarsa sizin ülkeye giriş yasağınızdan tutun Türkiye’de yargılanmanıza kadar çeşit türlü cezaya çarptırılabileceğinizi de biliyorduk.

Üstelik bu durum sadece medya mensubu olmanız ile de ilişkili değil çünkü sosyal medyanız aracılığı ile de benzer bir “suç” işlemiş olduğunuz tespit edilebilir ve aynı sonuç ile karşılaşabilirsiniz.

O halde aslında hepimizin de dün Ali Bizden’in başına gelenleri yaşama potansiyelimiz var.

Üstelik kurduğunuz cümle veya yayınlamış olduğunuz bir görselin, sizin kendi yurdunuzdaki birlik ve bütünlüğü destekleyen bir ibare içerip içermediğine bakılmaksızın bunlar başınıza gelebiliyor.

Mesela “Benim yurdum bir şekilde sömürülüyor ve bu sömürünün müsebbibi Türkiye Cumhuriyeti’dir” desek, misal yani, kendi yurdumuzun özgürlüğü ile ilgili olarak endişelerimizi yazdığımız bölümüne değil, kendi yurdunun karalanmasına takılabilir Türkiye Cumhuriyeti...

Bu esnada devleti yönetsin diye seçilenlerin bu aşamada kendi yurttaşlarımızı korumak için ne yaptığı sorusunu dilerseniz sizin de sormanız için şuracığa bırakayım!

Daha açık da olabiliriz:

Mesela benim Cumhuriyet Meclisimin çatısına çıkarak ne olduğunu bir süre anlamlandıramadığımız bayraklar dikip, orayı işgal ettikleri görüntüsü sergileyenlerin bizim yurt ve toplumumuzun birlik ve bütünlüğüne karşı gösterdikleri saygıya ne ile karşılık verdiğimiz hala merak konusudur.

Ya da aynı gün birkaç metre geride bir gazetemizin duvarlarına sürüngenler gibi tırmanarak, kuşlar gibi tüneyerek orayı ateşe vermek isteyen, kameralar aracılığı ile alenen sergilenen kişilere ne olduğu sorusu da aklımıza takılıyor ister istemez!

Burada derdim eski defterleri açmak değil. Onların ne olduklarını da ne olmadıkların da gördük beyler!

Bizim derdimiz Ali Bizden’in ya da başka birisinin Türkiye’ye neden girdiği neden giremediği de değil!

Hatta Türkiye üzerinden bir yerlere seyahat edip edemeyeceğinin kısıtlanıp kısıtlanmadığı da değil…

Bizim derdimiz bunca samimiyet, analık yavruluk hikayeleri karşısında, bizim buralarda onları yere göğe sığdıramadıklarımızın, kendi memleketinde malı ile mülk ile yatırımı ile her türlü hakka haiz birisinin, karısı da evlatları da oradayken gelip buralarda da meclise girecek kadar paradoksal (tek vücutmuş görüntüsü kılıfı uydurarak) bir ilişkiyi yaşayabilirken bizim bir yurttaşımızın, bir iletişim uzmanımızın, eski de olsa bir bürokratımızın bu şekilde karşılanması ve bir suçlu gibi, tehlikeli bir kişi gibi sınır kapılarında parasına,telefonuna el konularak aşağılayıcı bir muamleye tabi tutulmasıdır.

O zaman biz karşılıklı ilişkileri sorgular mıyız? Sizi bilmem ama ben ister istemez sorgularım!

Unutmayın!

Bugün yaşanalar yarın hepimizin de başına gelebilecek son derece normal bir durumdur.

Bize garip gelse de onlar için gerçektir ve emre tabi, yasalar ile güvence altına alınmış kurallar gereği bu şekilde uygulanmaya devam edecektir.

İnsan hakları imiş, BM’nin uluslararası dolaşım özgürlüğüymüş, hak getire…

Daha bir şey ne söylemeye ne de yazmaya gerek var mıdır dersiniz?

Dr. Çiğdem DÜRÜST