Sol ne demektir?
Sol emekten yanadır. Halkların emek üzerinden birleşmesini, paylaşımın, üleşimin her
insana adil dağıtılmasını savunur. Birilerinin toplumda daha zengin olmadan herkesin
yüksek bir refah seviyesinde ortaklaşması için üretime kıymet verilmesini öngörür. İnsanları
milliyet, ırk, din, cinsiyet temelinde ayrıştırmanın eşitlik olgusuna darbe olduğunu bilir ve
insana insan olduğu için kıymet verir.
Tanıma geri dönün, tekrar bakın. Bugün solu ele geçirmiş olan “irade, vicdan, özgürlük” diye
içi doldurulmayan laflar edenler, bu tanımı kullandığınızda, Türkiye kökenli insanları da içine
aldığı için bunu söyleyenlere “sağcı”, “sağa kaymış” deme utanmazlığını fütursuzca
gösteriyor. Solu gerçek tanımından çıkarıp, “anlaşma olsun mu olmasın mı?” “göçmenler
içimizde yaşasın mı yaşamasın mı” sorusuna indirgemeyi, size solculuk olarak satıyor.
Kendilerine solcu yaftası yapıştırarak ama sol değerlerin gerektirdiği toplumsal paylaşımı
yok ediyor, mikro milliyetçi argümanlara sarıyor. Memlekette sol üzerinden politika erimiş
durumda. Kimse sola sahip çıkmıyor.
Adayarısında cumhurbaşkanlığı seçimi, propagandaların başını çekenler tarafından kendini
hiçbir gerçek üretici projeye dayandırmayan iki adaya indirgendi. Ne biri ne öteki
üretmekten, paylaşımdan, toplum olarak üreterek düze çıkmaktan bahsetti. Bu konular
mevzu bahis bile edilmedi. Her ikisinin de ülkedeki zorlukları, işsizliği, üretimsizliği,
insanların içinde bulundukları zorlukları konuşmak, düzlüğe çıkmak için ne öngördüklerini
konuşmak akıllarının köşesinden bile geçmedi. Sağdan benim bir beklentim yoktur bu
konuda ancak gene de kendilerine tavsiye edelim bu konulara eğilmeyi düşünsünler. Ancak
kendine sol diyenlerin bu değerlerden kendini arındırması ülkenin içinde bulunduğu halin
sebebidir. Durum vahimdir. Sol değerleri benimsemeyen kendine sol diyenler, meseleyi
mikro milliyetçiliğe indirgedi. Girne kapısı, silihtar ve barikat üçgeninde, yediği önünde
yemediği arkasındakilerin sol siyaseti buraya kadar. Hiçbir şey değiştirmeyecekleri bir
makamı almak için odaklarını “varoluş”, “sahibiyet”, “üstünlük” üzerinden bir politikaya
döndürdüler, meseleyi Kıbrıslılık-Türkiyelilik düzlemine çektiler. Sebebi nedir bilir misiniz?
Memleketin bugünkü sağ madalyonunun öteki yüzü olduklarından dolayı. Dertleri üleşimde
ortaklaşmak değil. Dertleri Türkiye ya da Kıbrıslı Türklerin kararına endeksli olmayan bir
anlaşma ve federasyonculuk kavgası değil. Sizin elinizde olmayan bir şeyin kavgası olur
mu? Hepimiz dünya konjonktürü gerektirirse Türkiye’nin masaya oturacağını biliyoruz.
Hepimiz, 20 senedir Türkiye’nin her anlaşmaya evet dediğini de biliyoruz. Bu seçimi
olmayan bir tartışmaya indirgemenin iki sebebi vardı. Birincisi, federasyon idealinin yakın bir
gelecekte olmadığını konuşmamamız. Alternatif yolları düşünmeye başladığınız anda
değişim başlayacağı için. Bu seçim maalesef amacına ulaştı, yeniden düşünmedik. Tepkisel
ve kısır kimlik hakaretleşmeleri ve ırkçılıklarda boğulduk. İkinci ve daha büyük sebebi
elbette restleşmelerin sürer durumun değişmesini engellemesidir. Sürerdurum iki gruba da
yarıyor. Sürerdurumda seçim atmosferi bitmeyen bir ülkede, “bir siz bir biz” mantığı içinde
iki grup da makamları tutup yandaşları küçük bir zümreye para ve makam dağıtıp duruyor.
Zaten halkları bölen ikilikli söylemleri kullanan, en çok ses çıkararak bağıranlar da bu
zümre. Sayıları az ama sesleri güçlü. Bu ne barış kavgasıdır, ne fereasyon, bu ne Kıbrıslılık
kavgasıdır ne Türkiyelilik. Bu, kaynakları kimin elinde tutup hangi ufak zümreye daha çok
dağıtacağı meselesidir. “Daha çok, daha çok” isteyenlerin milliyetçi duyguları, barışma
duygularını sömürerek sürerdurumu derinleştirmeleri, bir dönem senin, bir dönem benim
diye kayıkçı kavgası yapanların kavgasıdır.
Bu zümrenin içinden nasibini alan, kendine gazeteci diyen bir tanesi üzerinden sözde
“solcuların” ırkçı seslerini duyuyorsunuz, hemen seçim akşamı. Ne diyor kaybetmişliğin hırsı
ile biliyor musunuz? “İskele, Mağusa’da Akıncı kaybetti. Bunda Maraş’ı açma, oradan ev
alma sözleri etkili oldu”. A gülüm, a canım adayarısı insanlarım. Kanmayın bu sosyal bilimci
edalarında değerlendirme yaparmış gibi, halkları birbirine kışkırtmak isteyen art niyetli
insanlara. Konulmadığınız, her günkü yaşamlarını bilmediğiniz insanları tekilleştiren,
canavarlaştıran, ötekileştiren, insanlığından çıkaran bu insanlara artık daha fazla kulak
vermeyiniz. Bu insanlara “aç gözlü”, bu insanlara “kandırılan” diyenlerin memlekette size
göre durumlarına bakın. Makam mı almadılar? Hak etmedikleri şekilde kurumlara mı
atanmadılar? Villalarda mı oturmuyorlar? Mülk ve para zenginlikleri yok mu? Yıllar içerisinde
hep en iyi konumlarını tutmadılar mu bu ülkenin? Karar verici pozisyonlarda ayak dirediler
mi, günü kurtarıp paracıklarına para mı kattılar? Bu ülkede yaşayan emekçi Maraş’taki evin
kendisine kalacağını mı zanneder? Öyle mi sanıyorsunuz? Biraz gerçekleri konuşalım mı?
Yarın becerip Maraş’ı gerçek sahiplerinden alabilseler kimler konacak bu mülklere? Kıbrıslı
da dahil bir sürü ülkeden zengin müteahhitler? Arsa spekülatörleri? Zengin iş insanları?
“Kıbrıslılık” diye bağıran para babaları? Maraş’ın kapısının açılmasına güya veryansın eden,
“barış dili” kullanırmış gibi yapan ama aynı zamanda oraya ilk dakikada koşan arabölgeciler,
“hüzün turizminin” ilk adımlarını fotoğrafları ile sosyal medyada aktive edenler? İskele’de
Mağusa’da, Mesarya’daki emekçi iyi bilir kendisine bir şey kalmayacağını merak
buyurmayınız. Ezilen halk kesimleri kandırılmaz. Kimler kandırılır bilir misiniz? Ara
katmanlar. En çok nemalananlar kandırılır milliyetçi söylemlerle, kimlik politikaları ile.
Sürerdurumda çocuklarına pandemi döneminde en pahalısından lego alabilenler, doğum
günü partisi yapabilenlerdir kandırılmaya en müsait olanlar.
Mikro milliyetçi ve anlaşma söylemleri ile kendilerini ulvi pozisyonlara koyup başkalarına “aç
gözlü” diyenlerin bağırtısı içinde boğuluyor adayarısı çünkü dertleri onur ve vicdan ve
özgürlük değildir. Dertleri sürerdurumda makamların bir tanesini tutmaya devam etmektir ki
sağladıkları faydayı arttırabilsinler.
Sosyal medyada gördüm. Seçim için kullanılan bir benzetme “hileli kumar”dı. Kişilerin ve
grupların hangi benzetmeleri yaptıkları düşünce dünyaları ile ilgili epeyce ip ucu verir. Bu
hileli kumarı “bilerek oynadığından, kasanın, masanın Ankara’nın olduğundan ve kartları
Ankara’nın dağıttığından” bahsediyordu.
Hangi solcu kumar masasına oturur? Hangi solcunun vazifesi toplumların en büyük afyonu
olan kumarın parçası olur? Hangi solcu oynayacağı kumarda “kazanabileceğini” düşünür?
Burası bir kumar adası. Gençlerimizi kimler kumar masalarına ne diyerek çekiyor siz
bilirsiniz. İşte sizi emek, üleşim, toplumsal üretim sözcüklerinden “Kıbrıslı milliyetçiliği,
federasyon, anlaşma” gibi yaklaşımlara çekenler de sol siyasetinizle böyle kumar oynuyor.
Üleşim hiç konuşulmasın, eşitlik hiç mesele olmasın, gerçekten barışmak hiç gündemimizde
olmasın diye.
Sol siyasetle kumar oynayanları sorgula adayarısı! Kim neden kumar oynamayı kabul eder
sor kendine adayarısı! O kumar masasını devirmek için önce düşün adayarısı, düşün!