Kendine “sivil toplumcu” “aktivist” yaftasını koyanların milletvekilliğine,
politikacılığa soyunması demokrasimizi yeşerip boy atamayan küçük bir fidan
olarak bırakmaktadır. Adayarısının özgül koşulları dikkate alınarak ortaya
koyduğum bu görüşün nedenlerini okurla paylaşmak istiyorum.
Sivil toplumda aktivizim yapmak demek, bireyin devletle arasına mesafe
koyması demektir. Sivil toplum, devlet mekanizmasının yürütmesi olarak seçilen
parti kim olursa olsun, o partilerden yaptıkları yanlışlarla ilgili hesap sorar.
Sivil toplum olmak demek eksikliklerin üzerine gitmek, yenilikler ve reformlar
için öneriler getirmek ve bu önerilerin peşini bırakmamak demektir. Dahası,
bireyler sivil toplum içerisindeki örgütlenmelerde baskı aracı olma vasıflarını
siyasi partilerin bekledikleri hizmeti yapıp yapmamasına göre desteklemek veya
desteklememek, oy vermek ya da vermemek noktasında halkı yönlendirmek için
kullanırlar. Demokrasinin özü de temsil edilişinin zayıf olduğunu veya arzuladığı
toplumsal düzenin var olmadığını düşünen grupların sivil toplumu baskı aracı
olarak kullanmasından geçer. Oy ve seçilmek kaygısı içindeki politikacılara
istedikleri hizmetleri yaptırıp, bekledikleri politikaları üretmeleri için sivil
toplum itici güç olur.
Kim sivil toplumcu ve aktivisttir? Örneğin, kadınların temsiliyeti azsa ve aile
içi şiddetle ilgili gerekli önlemler alınmıyorsa, iktidara gelen partilerin bunu
yapmaları için öneriler götüren, farkındalık çalışması yapan, siyasetçileri
bu yönde “çalışmazlarsa” (dikkat etmeliyiz konuşmazlarsa değil, icraat
yapamazlarsa) deşifre eden, söz verdiklerini yapmadıklarında toplum nezdinde
bunu ortaya koyan, geri gidişleri eleştiren, ileri adımları tanırken bir sonraki
adımda ne yapılması gerektiği üzerine sürekli görüş bildirenlerdir. Ayrıca,
hükümet edenlerle görüşen, sosyal politikalar için işbirliği yapan ama bu
işbirliğinde hep hükümetten talepkâr olacakları bilinen ve hükümetlerle
kaçınılmaz tansiyonlu ilişkiler yaşayanlar sivil toplumcu ve aktivisttir. Sivil
toplumcunun hangi partinin iktidarında hükümetle işbirliği yapacağını
seçme lüksü yoktur mesela. Tam tersine kendisinden görüş, insan gücü ve
öneri almayan her hükümeti bunları yapmadığı için eleştirmek zorundadır.
Kendisinden bilgi ve görüş istendiğinde de vermekle yükümlüdür. Kendi
yakın olduğu siyasi partinin zamanı gelinceye dek geçecek yasaları ötelemek,
ertelemek, engel olmak gibi bir yaklaşım sergilemez. “Benim dönemimde bunlar
olsun, biz görünelim” diyenler aktivist ve sivil toplumcu değil parti amigosu olur
ancak. (Aslında siyasi partiler içinde halkı düşünenlerin de bu tavırda olmaması,
halkın çıkarlarını parti çıkarlarının üstünde tutması gerekir).
Burada aslolan, sivil toplumcunun hep eleştirel rolüdür. Aktivist en inandığı
politikacı bile seçilse şüphecidir ve talepkârdır. İyimser bir sessizlik aktivistin
sahip olduğu bir lüks değildir. Aktivist ve sivil toplumcu alkış tutmaz, talep
eder, sorgular, daha iyisinin olabileceğini hatırlatır ve neden daha iyisinde
olmadığımızı mesele eder.
Pohpohlamak parti amigolarının işidir, aktivist ise şamatacıdır, huysuzdur,
müşkülpesenttir, kolay beğenmez, mükemmeliyetçidir. Aktivist, politikacıları
sevme, onlara toleranslı olma, onları kırmama, üzmeme derdinde değildir. Tam
tersine, söylediklerini, yaptıklarını ve yapmadıklarını amansızca sorgular (kişisel
alanlarına ve haklarına saldırmadan), hataya tolerans göstermez. Bireysel
ilişkilerinizde yapamayacağınız şeylerdir bunlar ama sivil toplumculuk ve
aktivistlik vazifesini yaparken politik alanda o olmak zorundasınızdır kısacası.
Adayarısındaki sivil toplumculuk maalesef bir partiye yaslanma modelinde
gelişmiştir. Hemen her sivil toplum örgütünün, sendikanın “yakın” ve “yandaş”
olduğu bir siyasi örgütlenme var. Adı konulmadan parti “sempatizanı” olduğu
herkesçe bilinen ama bu organik bağı sürekli inkar eden sivil toplumcular ve
aktivistler çoğunlukta. Bu tip sivil toplum aktivistleri aslında toplumun içindeki
direnme, muhalefet etme ve mücadele etme reflekslerini törpülemektedir.
Bu tip sivil toplumcuların ve aktivistlerin toplumun direnme, muhalefet etme ve
mücadele reflekslerini nasıl törpüledikleri meselesine bir sonraki yazıda devam
edeceğim. Konu demokrasimizi kıskacı altına alan alanları irdelemek açısından
önemlidir.