Sesimi çıkarmayacaktım. Konuşmaya değer bir şey de yoktu. Görünen köy asla kılavuz istemez. Hakkı olan dilediğince hakkını kullanır. Önemli olan en başta antlaşmalar yapılırken gözünü açık tutup anan bacın, baban ağabeyin demeden günün birinde koşulların değişebileceğini de düşünerek tüm ayrıntıları hesaba katarak antlaşmalar yapmak.

Şimdi biz dünyanın tanımadığı garip bir devletiz. Hiç kimse bizi tanımadığından her türlü bağlantımızı Türkiye Cumhuriyeti üzerinden sağlıyor, bizim hakkımız da batışımızın da planlaması ve her türlü kurtuluşumuzu Türkiye’den bekliyoruz.

Hep bugünü ve kısa vadeli karlarımızı düşünerek uzun vadeliplanlamaları yapmadık. Belki de gerek duymadık bunlara.

Lakin Türksat kimin?

Türksat üzerinden dünyaya açılıyoruz diye gerine gerine övünüp dünya parası öderken bunu hiç mi düşünmedik?

Düşünün ki Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre Fizan’dan bile Türkiye’cek beğenilmeyen bir şey yapsanız ya da söyleseniz, günün birinde sizi gidişte gelişte bir noktada yakalar ve hüküm giydirir şeklinde yasal düzenlemeleri olan bir ülkenin süzgecinden geçirilerek yapılan yayınlarımızı mı affedecekti?

Yasası ne ise uyguladı.

Belki toprak bütünlüğü, belki milli birlik, belki devlet başkanı, belki bambaşka…Ama onun tersine giden bir söz sarfedilen bir yayını buldu ve Diyalog TV’nin artık Türksat üzerinden yayın yapamayacağını söyledi. İster bir gün, ister 5 gün ister para cezası ister tümüyle yayın durdurma kararı alabilir.

Bize Diyalog TV’yi kapatın dedi mi?

Demedi!

Neden?

Çünkü taşlarını doğru oynuyor. Çünkü o sistematiğini geliştirmiş, işleyişini kurmuş bir devlet. Bu devletin karar verme alanları var ve o alanlar dahilinde özgürce kararlar almak, bunları uygulamak ve/veya uygulatmak en doğal hakkı.

E neden o zaman biz şaşırıp kalıyoruz ki?

Başbakan yapacak bir şey olmadığı babında açıklamalar yapınca neden kızıyoruz ki?

Neden bir anda şaşırıp kalıyoruz ki?

Türksat’tan faydalanıp antlaşmaların altına imza atarken güzeldi de, diğer türlü kötü mü oluyor.

Tam Nasreddin Hocalık hikâye gibi bu.

Bir gün Hoca, komşusundan bir kazan ister, işini bitirince kazanın içine küçük bir tencere koyup geri iade eder. Kazan sahibi tencereyi görünce:

– Bu tencere de neyin nesi Hoca Efendi diye sorar.

Hoca cevap verir:

– Müjde! Kazanınız doğurdu.

Bu haber komşusunun hoşuna gider.

– "Pekâlâ!" diyerek tencereyi kabullenir.

Hoca yine bir gün komşusundan kazanı ister. Alır ama bu sefer iade etmez. Sahibi bir süre bekler. Kazanın gelmediğini görünce, Hocanın evine gelir, kazanı geri ister. Hoca üzüntülü bir çehre ile:

– Sizlere ömür, kazan öldü! der.

Komşu hayretle:

– Aman Hocam, hiç kazan ölür mü, deyince, Hoca'nın cevabı hazırdır:

– Kazanın doğurduğuna inanırsın da öldüğüne niçin inanmazsın?

***

Aylar boyu Türksat’ta yayın yaparak faydalandığımız tüm nimetlerekarşın, bugün de Türksat’ın sahibi orada bulunmamamız gerektiğini düşünmüş. Buna mı şaşırıyoruz.

Hem bu meseleye dikkatle bakın.

Bu mesele tek başına bir TV kanalı meselesi, bir uydu meselesi değildir.

Daha kapsamlı ve derin ekonomik, siyasal ve kültürel süreçleriiçinde barındıran bir süreçtir.

O nedenle bu konuda Başbakan Tatar ne demiş, Diyalog nasıl bir tepki başlatmış, Kıbrıslılar olarak biz sesi kısılacak diye ne kadar protesto etmiş… Hiçbir önemi yok.

Özetle: Senelerce teslimiyetçi değil özgürlükçü, taklit değil özgün, özeli değil geneli düşünen bir kurgu derken tam da bunu söylüyorduk.

Hep dediğim gibi Türkiye Cumhuriyeti yasalarını uyguluyor. Akıllıca antlaşmalara imza atıyor.

Kör olan da günü birlik çıkarlara kapılıp olacakları görememek de bizim sorunumuz.

Gerisi hikâye…

Dr. Çiğdem DÜRÜST