Oww…

Söylemler sertleşiyor.

Özne Lefkoşa, irade biz diyen CTP Genel Başkanı karşısında Serdar Denktaş, bir şey söylemişse o sözden asla dönmeyeceğini ifade ediyor.

Bunlara karşı UBP Genel Sekreteri Ersan Saner ise, bu saatten sonra UBP çatı adayıyla uğraşmaz diyor!

Bakın ne kadar keskin! Öyle değil mi?

Buna karşın aynı siyasilerin iktidar ve muhalefette oldukları zamanlardaki söylemlerindeki keskinliği de anımsadığımızda, çoğunun yerine getirilemeyecek sözler ile “tek başımıza iktidar olmadığımız için yerine getiremedik. Yoksa asardık, keserdik falan filan…” dediklerini de aklınızın bir köşesine yazın.

Türkiye’ye çağrılan üç siyasal parti başkanının toplantısı sonrasında pandemi hastanesi sözü bilmem kaçıncı kez verilerek üçünün bunun için çağrıldığı ve memleket meselelerinin hassasiyetle ele alındığı imajı yaratılmaya çalışılsa da davetlilere bakıldığında bunun böyle olmadığını hepimiz çok da iyi biliyoruz.

“Hastanenin sözü verildi” ne demek?

Benim oğlum da benle pazarlık içinde, oldukça pahalı bir kablosuz kulaklık ister, ben de ona ekonomik planlarımızdan bahsederek şu zamana kadar şu şekilde alırız derim. Ancak evdeki hesap çarşıya uyarsa alınabilir. Ya da kendi harçlıklarını biriktirebilmişse… Diğer türlü herhangi bir sorun çıkması halinde önceliklerin yeri değişir ve ben kulaklıktan vazgeçer veya ertelerim.

Neden?Çünkü evin bütçesini ben sağlıyorum. Ve öncelikli ihtiyaçlar oğluma göre farklı, bana göre farklı bir sıralama ile dizilmiştir. Yani öncelikleri nihayetinde ben belirlerim!

Ne demek istediğimi çok iyi anlıyorsunuz!

***

Şimdi aniden şu Ankara’ya çağrılma meselesine bir bakmak lazım. İşin iç yüzünü de yine ezbere biliyor anlıyoruz. Zaten Muhalefetin özneyi ve söz sahibini hatırlattığı cümleleri nedeniyle az çok konunun nereye bağlanacağını kestirdik bile daha dünden.

Sonuç: İki kere ikinin dört ettiği kadar kati bir şekilde yine değişen bir şey olmadı. Yine geçmişte aforoz edilen siyasetçilerimizin özetle dedikleri davul bizde tokmak başkasında sözü geliyor aklımıza.

Hal böyle iken siyasilerimizin dik omuz duruşları ve keskin dilleriyle kurdukları cümleler o kadar da mühim değil. Günün sonunda karşımıza çıkacak olan tablodur esas olan. Bu tablo da şablonu net bir şekilde her meseleye kolaylıkla uyan bir taslak olarak ortada duruyor.

Bir emeklemekten kurtulamayan, kendi ayakları üzerine kalkmak için çabalamayı dahi unutan bir toplum olarak kalakaldık.

Bu kaderimiz mi?

Elbette değildi.

Lakin biz böyle olmasından hoşnutuz besbelli(!)

***

Yarın Beyrut’ta patlayan bombaların sarsıntılarını ve seslerini değil, kendilerini görmeye başladığımızda iş işten geçmiş olmasın sakın!

Herkesin elini dilediği gibi sokup, bizleri gönüllerince daha doğrusu çıkarlarına göre karıştırıyor olmalarına bakılırsa, bu mesele çoktan bizim meselemiz olmaktan da çıkmıştır. Bizi aradan çıkarıp kendi çıkar çatışmaları içerisinde anlamadığımız bir savaşın içinde kendimizi bulduğumuzda iş işten çoktan geçmiş olacak…

O zaman da evvelsi günkü Beyrut’u adaya taşımış oluruz.

Bu iş kökten çözülmüş olur ha! Ne dersiniz?

Dr. Çiğdem DÜRÜST