Sadece 5000 kitimiz olup günde 320 yolcunun adaya gelmesini öngören hükümet, 20. günü bulmadan kitlerin tükeneceğinin farkında değilmiş gibi davranıyor olamaz değil mi?

Belki bana öyle geliyordur. Bazen fesat olduğum düşünülebilir…

Doğrusunu isterseniz, yurttaşlar ikiye bölündü.

Bir kısmı kesinlikle bir sorun yaşanmayacağını ve bu hastalığın grip tarzı bir virüs olduğundan bu denli korku yaratılmasının anlamsız olduğunu savunuyor. Her şeyin bir soğuk savaşın belki de bizi asla ilgilendirmeyen bazı sorunları nedeniyle, bu denli zor günler yaşatılmasının anlamsızlığına vurgu yapıyorlar.

Geriye kalanlar ise zinhar önlemlerin geriletilmemesi gerektiğini ve çok büyük bir tehditle karşı karşıya olduğumuzun uyarılarının çok açık olduğunu savunuyorlar.

Galiba ben de tehdidin çok büyük olmadığını düşünmeye ısrarla devam edenlerdenim.

Daha çok bu sürecin bağımsızlaşmak, yerel üretimi artırmak, yerli malı kullanımının teşvikini artırarak devletin güçlenmesini desteklemek olarak değerlendirilmesinden yanayım. İthalattan ziyade, ticaretin iç kapsamlı değerlendirilmesini, yerli sanayimizin güçlendirilmesinden yana koşulların geliştirilmesini, kamu hizmetlerimizi geliştirmemizin yöntemlerini oluşturmanın çok güzel bir döneminde olduğumuza inanıyorum. Baştan beri de hep bunu yazdım, söyledim.

Devlet işleyişini pekiştirerek netleştirmek, teknolojik imkanlar ile bilişim kaynaklarının artırılmasına hız vermek zorunluluğumuzun anımsanması için elimizden geleni yapmalıyız dedim durdum!

Zaten bu süreçte başaramadığımız önemli bir basamak olan bu devletçilik anlayışından dolayıdır ki kriz sürecinden güçlenerek, birlik ve bütünlük kapasitemizi artırmak amacıyla atılacak adımlar yerine çaresizlik görüntüsü sergileyerek her şeyi zorlaştırdığımız zamanlarda acemiliğimizin ayyuka çıkması son derece düşündürücü olmalı.

Hükümetin aldığı kararlardaki acemiliğin sadece iktidara bağlanmasından ziyade, bence genel olarak devlet yönetimi hususundaki acemiliğimizden kurtulmaya çaba göstermeliydik.

Kendi tarzımı oluşturmaya yönelik çalışmalar yapılmasının es geçilmesini hayret ve esefle izlemekteyim.

Yaratılan panik ortamının çoğunun suni olduğu bu süreci lehine çeviren kesim ve kişilerden anlamak son derece basittir.

Siyaseti kendi lehlerine kullanmayı bu süreçte misyon edinen kesimlerin varlığın inkar edebilir misiniz? Medyanın uyanıklıkla çekimserlik arasında tıkanıp kaldığını da eklemeli…

***

Ne acıdır ki jetskiyle yurdumuza gelerek elini kolunu sallayarak gezenlerden, sınır kapısından nasıl geçtiği belgelenemeyenlere kadar; PCR sonucunu beklemeden karantinada olması gerekirken sokaklara kendini vuranlara şahit ediliyoruz.

Kötü niyet denemez buna… Acemilik denebilir.

Başka amaçlar varsa başka şey de denebilir. Lakin ben burada onu zikretmeyeceğim.

Dahası acelecilik acemilikle birleşince iş daha da çığırından çıkıyor. Hata risklerimiz hep artıyor. Baksanıza eksik ve hatalı yazılan bakanlar kurulu kararnameleri ile yasal düzenlemelere…

Şu Ercan’da PCR sonucunu beklemeden berbere giden arkadaşı haber yaparken, kaçabilmesinin olanaklı oluşu berbere gitmesinden daha çok ilgilendiriyor beni mesela…

**

Çok sorgulamalar yapmamız gereken ama hep boş verip ertelediğimiz bir dönemden geçtik/ geçiyoruz. Bunların meyvelerini toplarken yaşanacak acılarını nasıl ve ne zaman hissedileceğini korkuyla izleyecek olma ihtimalinden de çekiniyorum…

Velhasıl her işimiz plansızlık.

Bu nedenle şimdilik 20 günden daha az süre için yetecek PCR kitimiz varken düşünmeye ne gerek var değil mi? Tadını çıkarın kavuşmaların, varmaların…

Bitsin. Bir çaresine bakarız elbet…

Ne acıdır ki, açıkçası, bir çözüm yokmuş gibi davranarak memleketimizdeki imkanlarımızı en net göreceğimiz zamanları da boşa geçirmeye devam ediyoruz…

Dr. Çiğdem DÜRÜST