Her seçim önemlidir. Her seçimde halk kendi yönetilme biçimine karar verir. Seçmenin duruşu ve tercihleri basit değildir. Solun sistem eleştirmeni olmak adı altında “biz kendimizi yönetmiyoruz ki” söylemi, sağın bunu alıp “biz ve seçtiklerimiz, seçtiklerimizin yaptıklarından sorumlu değiliz ki” yaklaşımı ile buluşarak vahim bir sentez üretti. Halbuki halkların insan onuruna yakışır şekilde var olması kendi talepleri ile kazanabilecekleri bir yaşam biçimidir.

Sağ ile sol birbirlerinden ayrıştıkları noktalar üzerinden konuşulur hep. Aslında uzlaştıkları konuların ne kadar çok olduğu konuşulmaz. Mesela, Kıbrıs’ta bir anlaşma dünyaya açılacak, ekonomik refah getirecek bir şeyse sağın içinde önemli bir insan anlaşmaya karşı değildir. Solun içinde de federasyona inanan birçok insan, alanda Euro cinsinden başı çekenlerin iddiasının aksine, Türkiye’nin garantisi ve varlığından vaz geçmek istememektedir. Kendine solcu diyenler de “paranı istemiyoruz” diye bağırsalar da aslında 46 senedir para ilişkisi konusunda hiçbir değişik adım atmamıştır. Solun ve sağın her iki grup tarafından konuşulmayan geniş bir arakesiti, bir ortaklaşması var. Ekonomik döngü çoğunluğun hareket noktası. Anlaşma isteyenler gerçekte bir barıştan çok ekonomik refah istiyor ve cılız “barış çalışmalarına” katılım ve hatta yazıların yazılması bile dolar/euro kazançla ancak sürdürülüyor. Benzer şekilde UBP idarecilerinin “şükran” söyleminin ucunda hep ekonomik talepler var. Solun söylemi para gelmesin gibi duyulurken, pratiği paranın gelmemesinden çok miktarının yetersizliği ve geliş biçiminin Kıbrıslı erkek elitlerin kontrol hissini elinden almasına odaklanıyor. UBP’yi yönetenlerin yöntemi ise “şükran” söylemi. Ama “şükran” söylemi olsun mu olmasın mı ayrışması tepede sürerken UBP tabanında da solunkine benzer bir rahatsızlık var bununla ilgili. Biz sağcı ve solcu ailelerden gelen çocuklar olarak hep birlikte büyüdük, birbirimizi iyi biliriz. “Sizin niye bir ailede iki üç arabanız var” diye sorulduğunda ağzından “anavatan”, “şükran” sözlerini düşürmeyen birçok insanın bu tip yaklaşımlardan rahatsız olduğu, kendi seçtiklerinin makamlarına yakışmaz tutumlara girmesini sevmediklerini de sanırım bilmeyenimiz yok. “Şükran” söyleminin, başbakan koltuğundan “bakanım” diyerek kendini bir alt yönetim gibi ifade etmeye evrilmesi rahatsızlığını duyanlar sadece soldakiler değil. UBP’de Türkiye’nin ekonomik olarak Kıbrıslı Türklere para vermesinin hibe sisteminden kaynaklanmadığını bilen çok. Türkiye’nin Kıbrıs’ta var olmasının dayanağının Kıbrıslı Türkler olduğunu azımsanmayacak kadar çok UBP’li biliyor. Kıbrıslı Türkler’in Türkiye’nin varlığını adada istemesinin Türkiye’nin varlığının tek koşulu olduğu basit bir gerçek. İçeride yönetme sıkıntısı, halkını ikna etme sıkıntısı her yaşadığında, başı her sıkıştığında Türkiye’ye koşulmasının sonuçta Türkiye’ye de siyasi olarak zarar verdiğini en çok bilen de, bundan en çok rahatsız olan da UBP’liler. İşte bu yüzden UBP tabanı ile solun en büyük arakesiti aslında kendi oyunun tanınmasında ısrarcı olmaları. Her şeyi bırakın, kimin seçileceğine dışarıdan karar verilirse, UBP’nin başına geçenlerin de halkın taleplerini karşılamak gibi bir gailesi kalmayacağını bilen UBP tabanı kendi seçmen gücünü teslim etmek istemeyecektir. Ersin Tatar’ın halkın sorularına cevap vermeyerek kendi makamının sorumluluklarını taşımaya ihtiyacı olmadığı izlenimi ile Türkiye sağlık bakanını cep telefonundan vatandaşın önünden araması da, kendi halkına nasıl bir cumhurbaşkanı vizyonu olduğunu söylemek yerine “harçlık almaya gidiyorum” diyerek sanki UBP tabanını ilgilendiren tek şey üç gün sonra kasadan boşalacak paraymış, kendi parti başlarının kendilerine karşı sorumlu davranmak zorunluluğu yokmuş gibi yapması, tabanı rencide eden bir tutum haline geliyor.

Cumhurbaşkanlığı devletin başıdır. Hepimizi ilgilendiren bir makamdır. UBP tabanının beklentilerini basite indirgeyen ve alt yönetim mantığı oluşturma yaklaşımını yeni boyutlara taşıyan Tatar’ın cumhurbaşkanlığına en çok UBP tabanı karşı olmalı. Çünkü, UBP tabanının en çok inandığını söylediği Kıbrıslı Türkler’in tanınan bir devlet kurma hayali ve Türkiye’nin adada meşru bir zeminde var olabilme durumunu zarara uğratan yaklaşımlar bugün Tatar’ın izlediği tutumlardır.

Demokrasi merkez seçmenin iki farklı uçtakileri sentezleyerek formül ürettiği, ortada buluşturduğu bir sistemdir. Tatar bugün toplumun önemli bir kesiminin tepkisini toplayan bir konumdadır. UBP seçmenine işte bu yüzden hayati bir rol düşmektedir. Toplumun uzlaşacağı nokta Türkiye’nin alt yönetimi ve Türkiye’ye karşıtlık üzerinden siyaset yapanlar değildir. Toplumun büyük bir kesimi ikisine de cevap vermemektedir. UBP tabanı, iddiaların aksine hep Türkiye’nin alt yönetimi olmayı kabul eden adayları seçmedi. Kendi siyasi alanında güçlü olanların çevresinde toplanmayı tercih etti.

UBP seçmeninin, kendisini ifade etmek, ne bildiğini ortaya koymak yerine “siz sayılmazsınız, beni Türkiye seçecek” mesajı veren bir adayı desteklemesi zor görünüyor. Hangi görüşte olursa olsun Kıbrıslı Türkler kendi iradelerinin, kendi adayları tarafından hiçe sayılmasına seyirci kalmazlar. UBP tabanının bu seçimde kendini yakın görebileceği, söylemleri ile taban tabana zıt olmadığını düşündüğü başka adaylara yönelmesi yalnızca kendileri için değil bütün toplumun hissiyatına saygı duymakla alakalıdır. Birçok insan “utandığını” yazıyor. Partisine saygılı bir sürü UBP’li de söylemese de kendi içinden utanıyordur. Bu şekilde hisseden bir toplumda bizleri bir arada tutan bağların tamamen kopmaması için de düşünerek oy vermek gerek. Bir sonraki aşamada da UBP artık nasıl insanlar tarafından temsil edileceklerini iyi irdeleyerek yola devam etmeli.