Mal satın alanların büyük bölümü 1987 de yapılan 54/ 87 Sayılı tadile rağmen koçanlarını alamadılar. Ümitlerini kesenler KKTC den ayrılıp gitti . Daha sonra ayrılanların şanslı olduğu anlaşıldı. Çünkü acı da olsa bu dertten kurtulmuş oldular. Kalanlar ise bin bir sıkıntı içinde Mahkemelerde sürünüp durdular.
Onlara koçanlarının verilmesi amacıyla bir yasa yapılmıştı. Bu yasaya dayanarak dilekçelerini dosyalamışlardı. Ancak dilekçelerini dinletmeleri halinde ret kararı verileceğini anlıyorlardı. Bu durumda o tarihe kadar kullandıkları ve sahibi kabul edildikleri malları yitireceklerdi. Dilekçelerini geri çekmeleri halinde yine mallar devletin olacaktı. Bu nedenle KKTC de kalanlar dilekçelerini canlı tutma ve erteletme mücadelesi içine girdiler. Sürekli ertelenen ve bir türlü sonuçlanmayan dosyalar Mahkemeler için yük oldu.
Dilekçe sahiplerinin Mahkemelerimizde karşılaştıkları zorlukları yargıç arkadaşlardan işitiyor ve bu insanlara niye gereksiz yere bu kadar sıkıntı verdiğimizi kendi kendimize soruyorduk. Çekilen sıkıntıların boyutunu anlatmak için bir iki örnek vereyim.
J.Saks isimli Amerikalı bir profesörün dilekçesine Savcılık itiraz etmiş, yıllar süren ve işkenceye dönüşen duruşmalar yapılmıştı. Sonuçta Mahkeme katı şartların en katı yorumunun dahi yerine getirilmiş olduğu kanısına vardı ve kayıt kararını verdi. Böylece dilekçe sonuçlanmış ve dilekçe sahibi koçan almaya hak kazanmıştı. Karara çok sevinen Profesörün karısı Mahkeme salonunda ayağa kalkarak ellerini havaya kaldırdı ve yüksek sesle “Allah “ dedi. Verilen kararla işkencenin sona erdiğini düşünerek dua etmeye başlamıştı. Yaşlı kadının Müslümanlıkla ilgisi yoktu ve bilgisi de çok azdı. Müslümanlar arasında büyük sıkıntıdan kurtulanların bu şeklide dua ettiklerini zannediyordu.
Yabancı bir aileye bu kadar acı verilmesi doğru muydu? Acının büyüklüğünü anlamak için bir insanın satın aldığı, satış bedelini ödediği ve içinde oturduğu evin koçanını alamamasının ne kadar büyük sorunlar yaratacağını düşünmek gerekiyor. Halbuki Amerikalı ailenin evin sahibi olduğu daha ilk günden belli idi. Ortada devletin araştırma yaptığı ve “Bu ev dilekçe sahibine aittir” diye şerh koyduğu bir ev vardı. Bu koşullarda bin bir engel çıkarıp aileyi bu kadar rahatsız etmenin kime ne yararı olmuştu?
Bir Batı Alman Büyükelçisinin hanımı Amerikalı kadar şanslı değildi. Anlatıldığına göre onların da evlerini satın aldıkları son derece açıktı. Ancak savcı malı gerçekten alıp almadıkları ile ilgili değildi. Yasadaki özel şartların yerine getirilip getirilmediği ile ilgili idi. Büyükelçinin yaşlı hanımını bir suçluymuş gibi istintak etti. Baskıya dayanamayan kadın Mahkemede göz yaşlarını tutamadı. “Evimi elimden almak istiyorlar” diye ağlayarak hava alanına gitti ve bir daha geri gelmemek üzere KKTC den ayrıldı.
Buna benzer bir çok olay birbirini izledi. Bu olaylardan sonra uluslararası platformlarda KKTC makamlarının “Biz sadece terk edilmiş Rum mallarına el koyduk, İngilizlerin, Almanların, Amerikalıların mallarına dokunmadık. KKTC koçanları uluslararası hukuka uygundur” iddiasını yapamadı. Tüm dünyada KKTC nin uluslararası hukuka aykırı hareket ettiği görüşü oluştu. Bu bilinçsiz yaklaşım Rum propagandasına büyük destek verdi.
7/80 Sayılı Yasanın 2. Tadili. (8/2008 Sayılı Tadil Yasası)
54/87 Sayılı Yasa tadilinden sonra uzun ve sıkıntılı bir dönem daha yaşandı. 2008 yılında ise yeni bir hareketlilik oldu ve 8/ 2008 Sayılı Yasa yapıldı.
Sanırsınız Hükümet yukarıda anlatılan adaletsizlikleri gördü ve adil bir çözüm bularak kangren olmuş bu sorunu çözme yönüne gitti. O zaman 7/80 Sayılı Yasadaki özel ispat şartlarını kaldırır, hukuk sistemimizin normal usul ve şahadet kurallarının uygulanmasına fırsat verirdi.
Bu durumda dilekçe sahibinin bir malı gerçekten satın alıp almadığı tartışılır ve Mahkeme “Dilekçe sahibinin sunduğu delilleri ve şahadeti dikkate aldıktan sonra malı satın aldığına inandım. Bu nedenle kayıt kararı veriyorum” diyebilirdi. Alternatif olarak “Sunulan delilleri ve şahadeti dikkatle inceledim. Dilekçe yapan bu malı satın aldığını kanıtlayamamış” derdi. O zaman iddialarını kanıtlayamayan kişi kusurun kendisinde olduğunu anlayarak o maldan vazgeçerdi.
Maalesef 8/2008 Sayılı Yasa bu yöne gitmemiş ve Mahkemeler eskisi gibi karar vermeye devam etmişlerdir. Yani “ Dilekçe sahibinin malı satın aldığı kesin. Bu konuda hiçbir tereddüt yok. Ancak bu önemli değil. Dilekçe sahibi yasanın katı kurallarını yerine getiremiyor. Bu nedenle dilekçeyi ret ediyorum. Bu güne kadar kendisinin kabul edilen mal devletin olacak” diye karar vermeye devam ettiler.
Dikkatle incelendiği zaman 8/2008 Sayılı Yasa nın daha önce yapılan yasalardan da daha hatalı olduğu anlaşılmaktadır.
8/2008 Sayılı Tadil Yasası nın Hataları
8/2008 Sayılı Yasa, yukarıda anlatılan ciddi sıkıntıları ortadan kaldırmak ve uluslararası hukukta KKTC nin imajını düzeltmek için yapılmış değildir. Yasanın birkaç kişinin sorununu çözmek için yapıldığı izlenimi uyanmaktadır.
Yukarıda gördüğümüz gibi 1974 öncesi mal satın alan Türk veya yabancıların büyük bölümü sözleşme ile birlikte malın tasarrufunu da devralmışlardı.
Eskiden tüm belgelerin orijinal olması şart iken 8/2008 Sayılı Yasa ile malı fiilen tasarruflarında bulunduranlar için bir değişiklik yapılmış ve bir tek geçerli belgenin yeterli olması kabul edilmiştir. Yani eskiden (orijinal sözleşme + orijinal çek veya makbuz) gerekli iken yasadan sonra mala tasarruf edenler için tek orijinal belge yeterli hale gelmiştir. Bu durumda orijinal sözleşme veya orijinal çek veya makbuzdan sadece birinin orijinalini bulunduran koçan alma hakkını kazanmıştır. Gerçi yasada kullanılan sözcük “orijinal” değil “geçerli belge” sözcüğü idi. Ancak bu sözcüğün ne anlama geldiği belli değildi. Savcılık bu sözcüğün orijinal belgeden başka bir anlama gelemeyeceğinde iddia etti. Ayrıca değişiklikten yararlanabilmek için dilekçe sahibinin mala 1974 den beri tasarruf ettiğini İlgili Bakanlıktan aldığı bir belge ile teyit etmesi gerekiyordu.
1974 de orta yaşlarda bu malları satın alanların bir kısmı 2008 yılında yaşlanmış veya ölmüştü. Genellikle malı çocukları kullanıyordu. İlgili Bakanlıktan belge istediklerinde büyük güçlüklerle karşılaştılar. Bir süre sonra onlara böyle belge verecek birim oluşturulmadığı için belge verilemeyeceği söylendi. Bu güçlükler karşısında sadece birkaç kişi yasanın öngördüğü şartları yerine getirebildi.
8/2008 Sayılı Yasanın tek orijinal belge istemesi makul bir yaklaşım olabilir miydi? Orijinal belgelerin nasıl kaybolduğunu devlet biliyordu. Meclis hukuk komitesi basit bir araştırma ile bunu öğrenebilirdi. Mahkemelere dosyalanan dilekçelerden de bunu anlamak mümkündü. Genellikle tüm orijinal belgeler birlikte kaybolmuştu. Bu durumda tek de olsa bir orijinal belge şartı koymak ne anlama gelir dersiniz?
Bu durum, yasanın kangren olmuş bir sorunu çözmek için değil, tesadüfen tek orijinal belgesi olan ve 1974 den beri malı tasarrufunda bulundurduğuna dair belge almayı başarabilen birkaç kişinin işini halletmek için yapıldığı izlenimini doğurmuyor mu?
Nitekim yasa bu durumda olan az sayıda dilekçe sahibi dışında kimsenin işine yaramadı.
8/2008 Sayılı Tadil Yasasının Diğer Hataları
8/2008 Sayılı Yasanın ilginç diğer bazı hataları daha vardır. Yasa, sanal olasılıklar saymış ve bu durumda olanların koçan alabileceklerini belirtmiştir.
Örneğin yasada dilekçe sahibinin aynen icra yasasına göre hak kazanması halinde koçan alabileceği belirtilmiştir. Halbuki müracaatçılar arasında aynen icra yasasına göre hak kazanan kimse yoktu ve olamazdı. Çünkü öyle birisi olsa 7/80 Sayılı Yasayı beklemeden koçanını alacaktı.
Yasadaki diğer bir maddeye göre, malı satın alan kişinin bu malı almak için 1974 öncesi Kıbrıs Türk Yönetiminden kredi almış olması halinde dilekçenin kanıtlanması katı şartlara bağlı olmayacaktı. 2008 de yapılan bir yasada 1974 den önce alınmış krediden söz etmek makul olabilir miydi? Mal alanlar arasında bu durumda olan kim olabilirdi?
Yasa koyucu yıllarca Mahkemelerde sürünenlerin sorunlarını biliyordu. Yasa onların sorunlarını çözecek hükümler içereceğine sadece birkaç kişinin işine yarayan kurallar koymuş ve buna ek olarak hayali durumlar sıralayarak “Siz de bu durumda olsaydınız koçan alabilecektiniz” diyerek olumlu bir yasa olduğu izlenimini vermek istemiştir.
1974 den önceRumdan mal satın almış ve yıllarca Mahkemelerde sürünmüş birisi olduğunuzu düşününüz. Mahkeme malı gerçekten aldığınıza karar vermiş fakat yasadaki katı ve özel şartlar nedeniyle koçan alamıyorsunuz. Sorununuzu çözecek bir yasa yapılmasını beklerken çıkan yasada karşınızdaki engellerin devam ettiğini ve kimsenin izlemediği veya izlemişse tesadüfen izlediği durumların sayılarak “ Böyle hareket edenler koçan alabilir ” dendiğini görüyorsunuz. Bu yasa hakkında ne düşünecektiniz?
8/2008 Sayılı Yasanın içeriğini bilmeyen dilekçe sahipleri yeni bir ümitle Mahkemelere koştular. Mahkemeler “Alıcı gerçekten malı satın almış, kendisinin veya çocuklarının evde oturduğunu da biliyoruz, ona sempatimiz var, fakat yasaya göre tek de olsa orijinal bir belge sunulmalı, mala tasarruf ettiğini kanıtlaması yeterli değil, mala tasarruf ettiğine dair İlgili Bakanlıktan belge de almalı” diye dilekçeleri tekrar ret etmeye başladı. Bunun üzerine erteleme ve bekleme süreci devam etti.
Sanırsınız yabancılara yapılan bu haksızlıklar onlara yönelik bir tutumdur. Ancak biraz inceleyince bu haksızlığın aynı ölçüde ve belki de daha fazla Rumdan mal satın alan Kıbrıslı Türklere de yapıldığını görürüz.