PEDOFİL Mİ İSTİSMARCI MI

Memlekette çocuklar istismar ediliyor; konuyu ele alışta “uzmanların” ve “gazetecilerin” açıklamaları bunu yapan kişiye “istismarcı” mı diyeceğiz yoksa “pedofil” mi diyeceğiz üzerinden gidiyor. Neden biliyor musunuz? Çünkü mesele sürekli olarak sadece ve sadece saldırganın özne olduğu bir noktadan ele alınıyor. Halbuki, mağdur olanı –bu meselede çocukları- sürekli olarak özne konumunda tutmamız gerekiyor. Özne demek konunun birincil dikkat verilmesi gereken kişisi, olayın başına geldiği/merkez kişisi demektir. Bugün mağdur merkeze alınsaydı, bu çocukların ve ailelerinin nasıl korunacağı, daha ayrıcalıklı ailelerin bu insanları adadan gönderebilmesine fırsat verilmemesi, bu çocukların psikolojik destek alıp almadıkları ve toplumun bunun finansmanı için nasıl mobilize edilebileceği, çocukların eğitim merkezlerinde ve gönüllü kuruluşlarda nasıl bir denetleme ve yöntemle korunabilecekleri, gönüllü kişilerin nasıl seçilecekleri, bu olaydan ne öğrendiğimiz ve gelecekte bu tip olayları engelleyebilmek için hangi adımları atmalıyız mevzularını konuşuyor olurduk. Onun yerine tartıştığımız mevzu bunu yapana pedofil diyecek miyiz demeyecek miyiz konusudur. Bir çocuğun fiziken, cinsel olarak veya duygusal olarak zarar gördüğünü duyduğunuzda, o çocuğun hakları dikkatinizin merkezinde olursa bu absürde varan tartışmaların tamamen saldırganın öznelliği ve onun öznelliğinin getirdiği sonuçlarla alakalı olduğunu kolayca anlarsınız. Saldırgana yapılacak klinik tespitler kişilerin yargılanma süreçleri, cezalarının mahiyetleri, tedavi yöntem ve stratejileri için gereklidir (belirtmek gerekir ki hasta kişilerin cezasız kalması, cezadan yırtması gibi bir algı yanıltıcıdır). Kişiye nasıl bir tanım konulduğu, nasıl tedavi edildiği, cezai ehliyetinin olup olmadığı, cezasını bir akıl ve ruh hastalıkları merkezinde mi geçireceği soruları direkt olarak suçu işleyen bireyle alakalıdır ve psikoloji dalının hukukla birlikte çalışmasını gerektirir. Sonraki aşamalarda da hangi tip hastalıkların ürediği üzerinden sosyoloji ile birleştirilerek toplumsal olana bağlantısı ile toplumu anlamak ve bu tip sorunları azaltmak için çalışılmalıdır. Elbette bu noktada konuşulmasının sebebi bütün bu çalışma zemini değildir. Mesele o kadar absürt bir hal aldı ki “Pedofildir”, “istismarcı değildir” diyen “uzmanlarımız” bile çıktı. Özneyi çocuk olarak tuttuğunuzda, klinik düzeyde saldırgana siz ne ad verirseniz verin, mağdurun yaşadığı “istismardır”. Kişi çocuklara karşı cinsel istek duyduğu için bedenlerine ve duygu dünyalarına cinsel olarak saldırsa da, kendinden daha güçsüz gördüğünü ezmek duygusu ile veya pornografik malzeme olarak kullanarak para kazanmayı hedefleyerek de yapsa çocuk mağdur için bunun hiçbir farkı yoktur. Olayın öznesi çocuk bundan zarar görmüştür, istismara uğramıştır. Peki neden mesele çocukların istismar edildiği toplumsal sorunu üzerinden konuşulması yerine hep saldırganı tek özne olarak ele alan şekilde gitmektedir? Şüphesiz bir sebebi kafamızın içindeki cinsel şiddeti normalleştirme biçimlerinden dolayıdır. Bir başka sebebi, saldırganın suçunu hafifletmek gailesi ile davranışın uzun süreli ve devamlı yapılan bir davranış olduğunu saklama ihtiyacıdır. Bir sebebi Kıbrıslıların kendi içlerinden çıkan insanların suçlu olabileceği ile yüzleşememesi ve bir başkası da elbette, saldırgan üzerinden eşcinselliğin tartışılmasından dolayı LGBT gruplara karşı bunun bir nefret söylemine döndürülmesine karşı tedbir alma gayretidir. Bu sebeplerin her biri üzerine konuşmamız gereklidir. Aslında cinsel şiddet genelde “seksin şiddet içeren biçimi” olarak düşünülüyor. Yani dikkat cinsel “şiddetten” kayıyor ve şiddet içeren “seks” olarak düşünülüyor. Bu sorun verilen zararı, şiddeti ve saldırganlığı ikincil plana atıyor. Çünkü bir erkek kız çocuklara cinsel saldırıda bulunduğunda gündem “çocuklara cinsel arzu duyuyor mu duymuyor mu” noktasına gelmiyor. Kız/kadın-erkek bağlamında algılandığı için ve karşı cinse ilgi duymak “norm” kabul edildiği için buradaki meselede ne sebeple saldırıyı yaptığı arka plana itiliyor. Yani kız-erkek bağlamında mesele cinsel arzu duyması değil, yaş haline geliyor. Bir düzeyde erkekten kıza olduğu için bir eksenden bu cinsel isteğe “normal” bir boyut kazandırılıyor. Bu yüzden, çocuğa cinsel istek duyup duymaması saldırgan erkek, saldırıyı kız çocuğa yaptığında neredeyse hiç konuşulmuyor. Kimse bir adam küçük bir kızı cinsel olarak istismar ettikten sonra bütün heteroseksüeller erkeklerin (karşı cinse ilgi duyan erkeklerin) çocuklara saldıran “sapıklar” olduklarını düşünüp, yazıp genelleştirmiyor. Ne zamanki cinsel şiddet bir erkekten bir oğlan çocuğa oluyor, o zaman mesele kişinin eşcinsel olup olmaması, çocuğa karşı cinsel istek duyup duymamasına getiriliyor. Çünkü yukarıdaki gibi erkek-kız ekseninde cinsel arzu duyup duymamayı tartışmazken buradaki merkez hedef erkek-erkek modelli cinsel arzu ile kavga etmeye dönüşüyor. İşte tam da o anda çocuklar cinsel saldırının özneleri olarak meseleden siliniyorlar. Konuyu medyada ele alan bireyler erkeğin erkeğe ilgi göstermesine duydukları tepkiyi ön plana çıkarıyorlar ve buradaki mesele “çocuğa istismar” meselesinden uzaklaşıyor. Tüm eşcinsel erkek bireyler “çocuklara ilgi duyan insanlar” kategorisine yerleştiriliyor. Kız çocukların başına cinsel saldırının erkekler tarafından geldiği unutulduğu gibi, cinsel yönelim toplum normlarını onaylayan yönde olduğu için burada da oğlan çocukların başına gelen daha feci bir durummuş gibi bir hiyerarşi oluşuyor. Bu hem kız çocukların mağduriyetini hafifletiyor ama hem de oğlan çocuklara olan saldırının da çocuklara saldırı boyutundan çıkarılarak meseleyi eşcinselliğe indirgiyor. Maalesef bu indirgemeciliği sadece homofobik, yani eşcinsel insanlardan nefrete varacak düzeyde korkan, kişiler yapmıyor. Kendi eşcinselliği ile barışık, toplumsal normların değişmesi gerekleri için çalışan, eşcinsel olmanın saçınızın renginin siyah ya da sarı olması veya yeşile boyanmasından çok da farklı olmadığını anlatmaya çalışan insanlar da bu indirgemeciliğe çoğunlukla kapılıyorlar. Bunun saldırılara karşı bir savunma mekanizması olduğunu bilsem de, maalesef toplumun daha toleranslı, daha kucaklayıcı ve insanın karmaşıklığını daha iyi özümseyecek bir notaya gitmesi için çalışan ve kendisi de ötekileştirilen grupların mücadelesinin bu noktada da homofobik insanlardan ayrılması gerektiğini, ve onlara gene her zamanki gibi daha çok iş düştüğünü düşünüyorum. Başkaları bir çocuk istismar olayından sonra bunu tüm eşcinsellere mal etti diye savunma moduna geçip konu ile ilgili bireysel öfkemizi, üzüntümüzü, bu olayın kabul edilmezliğine karşı tepkimizi bastırmamalı ve nefret söylemlerini arttıracak endişesi ile yok gibi sessizliğe bürünmemeliyiz. Toplumun her kesiminin birbirini kucaklaması gereğine vurgu yapan bizler, “bu beni zor duruma düşürür, adaletsiz bir tepkiyi üzerime çeker mi, ben ne olacağım?” demeden önce, bir olayda mağdur olan kişilerin hak savunuculuğunu arka plana itmeyecek şekilde, olayı cesaretle ele almak zorundadır. Ancak bunu yaparsak, başkaları da arkamıza geçerek, “haksızlık etmeyin, bu olayda eşcinsel, hetero herkes aynı şekilde mücadele verdi, bir sürü hetero adam da bir sürü küçük kıza saldırıyor, sapla samanı birbirine karıştırmayalım” diyebilecektir. “Cevap vermeyelim, en iyi yöntem susmak”, sorunlu bir yaklaşımdır. Toplumun nefret söylemine, ayrıştırmacı tavrına karşı hareket eden gruplar özgürce var olmak ve toplum tarafından kabul edilmek için yola çıkmışlardır. Çocukların istismar edilmesinin eşcinsel kimlikle yan yana geldiği bir olayın ardından, bireysel ve örgütsel düzeyde hiçbir şey olmamış gibi davranmak ya da “bilmeden etmeden pedofil demeyin” yaklaşımını sergilemek LGBT birey ve grupları anlamasını beklediğimiz toplum kesimlerine ulaşabilmenin, uzanabilmenin yöntemi değildir. Daha sağlıklı olan bu tip bir olaya duyduğumuz tepkiyi ifadelendirmektir. Her olaya nasıl tepki veriyorsak o şekilde tepki vermeye devam etmektir. Kedilere tekme vurandan, saatin değişmesine, trafikte ölen çocuklara sorumluluğu olan bir kamyonun şoföründen, annenin çocuğunu istismar etmesine dek her şeyi post eden, konuşan, yazan, kimi zaman göz yaşı emojisi, kimi zaman kararmış bir ekran, kimi zaman bir cümle, kimi zaman bir destan yazan önemli sayıda bir insan kalabalığının hiç duymamış, görmemiş, böyle bir olay olmamış gibi hareket etmesi maalesef toplumla ilan etmeye çalıştıkları barış ve dayanışmanın uzantısı değildir. Hele hele de küçük gözeneklerde birbirine dokunmadan, konuşmadan nasıl düşündüğünü bilmeden yaşayan insanların bunu anlamlandırabilmesi neredeyse olanaksız. Herkes her şeye verdiğiniz tepkiyi bilirken, böyle bir olayda o her günkü tepkiyi görmediklerinde hissiyatınızı anlamlandıramamaktadır. Örgütler gereklidir toplumsal hareketler için. Ama kişiler tek bir kimlikleri üzerinden ortaklaştıkları örgütlenmelerin nasıl tepki vereceklerini kendilerine dikte etmesini beklerse, hepsi aynı kuru, saldırgana pedofil diyelim mi demeyelim mi, bu eşcinselliğe gönderme yapar mı yapmaz mı meselesini çocukları hiç de merkezine almayan tam tersine biraz da alttan alta bu çocukların para aldıklarını ima edip sorumluluğun bir kısmını mağdura yıkan açıklamaları gökkuşağı resmi paylaşır gibi paylaşmamalıdırlar. Yapmamız gereken, zanlılar arkadaşlarımız da olsa, aynı amaçlar için mücadele ettiğimiz insanların içinden de çıksa, belli kimlikleri bize benzese de (milliyetleri, etnik kökenleri, adalılıkları, cinsel yönelimleri, siyasi partileri, ekonomik sınıfları gibi upuzun bir liste), kişilerin yanlışlarına dur demek, tarafımızın neresi olduğunu açıkça belirtmek gereklidir. Yapılan daha klinik açıklamalar uzun süreçlerde toplumla paylaşılabilir ve paylaşılmalıdır da. Biliyorum, böyle bir olay olduğunda birilerinin bunu eşcinsellere saldırmak için kullanması çok korkunç bir şey. Ama olayın özüne hiç dokunmadan, çocukların yaralanması sizi nasıl yaraladı, çocukların güvenliği için ne yapılmalı konuşmaları olmadan eşcinsel bireylerin bu olaylar bahane edilerek nasıl mağdur edileceklerini birincil konu yapmak ya da bu meseleye yaklaşımı onun üzerinden belirlemeye çalışmak da o kadar dehşet verici. Toplumun normlarını değiştirmeye çalışan her grup cesaretli ve cüretkâr olmak zorundadır. Pankart asarken cesaretli, cüretkâr yaklaşımların nefret söylemlerini de arttıracağını bildiğiniz ama bunların konuşulması ve denenmesi ile değişimlerin yaşanabileceğini bildiğiniz gibi çocuk istismarını eşcinsellikle bağdaştırmaya çalışanlara karşı da konuyu es geçmeden, kendi anladığımız ve hissettiğimiz gibi konuşmalıyız. Çocuğunu istismar eden babaları konuştuğumuzda ya da erkeklerin kadınlara tecavüzünü konuştuğumuzda savunmaya geçip “bütün erkekler öyle değil” diyerek kadına yönelik şiddetin boyutlarını kabul etmeyen erkeklerle ilgili ne düşünüyoruz? Onları nasıl algılıyoruz? Ait oldukları grup olan erkekleri kollamanın hakları olduğunu düşünüyor muyuz? Erkeklerden kadınlara şiddet var diyebilen erkeklerin şiddet kültürünü aşmaya çalıştığını düşünmüyor muyuz? Bunu konuşan, yazan çizen erkeklere daha çok güvenmiyor muyuz? Göçmen birisi herhangi bir meselede suçlu olduğunda bunu tüm göçmenlere karşı nefrete dönüştürmeye çalışanlara karşı yapılması gereken kişinin işlediği suça hiçbir tepki vermemek midir? “Bu meseleyi irdelersek göçmenlere ırkçılık artacak, bastıralım, sessiz kalalım” mı diyoruz? Yoksa verdiğimiz tepkileri verirken, suçlunun gerekli prosedürlerle suçlu hakları da korunarak ama toplum vicdanının gereklerini de cevaplayacak şekilde cezalandırılmasını, mevzu ile alakadar sistemsel sorunların ele alınması gerektiğini ama bunun ırkçılığa döndürülmemesi gerektiğini konuşmuyor muyuz? Bireysel suçların ırkçılığa döndürülmemesi gerektiğine işaret edebilen insanlar aynı bağlantıyı kendi gruplarında da görüp neden meseleyi öyle ele almıyorlar? Ya da belki bu ana dek içimizde bir göçmenin suçunu bütün göçmenlere mal ederek, onları genelleştirerek, “ülkemize geldiler ve bozdular, bak içlerinden bunlar çıkıyor” diyenler vardı. Bu yaklaşımın nasıl gün gelip Kıbrıslıların, bizim gruplarımızın içinden çıkan insanların suçlarından hareketle bizi de genelleyebilecekleri ile yüzleştiler mi? Bu şekilde bakmanın ne kadar yanlış olduğu sonucuna ulaştık mı? Yoksa bu sonuca ulaşamadığımızdan mıdır duyulmasın, bilinmesin, konuşulmasın isteğimiz? Bu genelleştirmelerin yarattığı hasarı içselleştirmiş olabilir miyiz? Gruplarınızın içinde, kanaat önderleriniz, etkin kişileriniz, sözüne saygı duyulan arkadaşlarınız, oturup yaptığınız uzun tartışmalarda bilgisine, tecrübesine, eğitimine, görüşlerine itibar ettiğiniz kişiler sizlere “mesele konuşulmaya devam ederse hedef tahtası oluruz, ellerine bir vesile daha geçti nefret söylemi için, susalım, konuşmayalım, unutulacak, ateşe körükle gitmeyelim” diye telkinde bulunuyorsa eğer söylediklerini kritik olarak ele almanızın, eleştirel bakmanızın ve sorgulamanızın vaktidir. Bu tavır toplumsal makası daraltmak ve grupları birbirine yaklaştırmak yerine makası açmaktadır. Bu telkini yapanlar varsa ya saklayacak bir şeyleri vardır ve açılımlardan ürküyorlardır (çünkü her konuştuğumuzda saldırganları ayıkladığımız süreçler her toplum kesiminde hızlanacak demektir), ya kendi gruplarının içinde de her grupta olduğu gibi düzelmesi gereken/sorunlu/saldırgan insanlar olduğu gerçeği ile yüzleşememektedir, ya da arkadaşlık temelli sevdiği insanların yaptıklarının sonucuna katlanmasını “herkese prensipli yaklaşalım ama benimkine/bizimkine duygusal istisna” diye talepte bulunmaktadır. Yukarıdakilerin hiçbirisi genel toplumsal refah, sosyal adalet duygusu, eşitlik ve herkesin güvenliğini sağlayacak bir yapıya adayarısını götüremeyecektir. Ve elbette kendi ve grubu için susan herkes de olan bitenden bir nebze sorumlu kalmaya devam edecektir.