Hastanemiz var, personeli yok.

Lüks arabalarımız var yollarımız yok.

Dev gibi apartmanlarımız var otoparkları yok.

Bisiklet yollarımız var trafik kontrolleri yok.

Sokak lambalarımız var, elektrikleri yok.

Devletimiz var hükümetimiz yok, marşımız yok, paramız yok…

Gösterişe açık nelerimiz nelerimiz olup, asıl ihtiyacımız olan nice basit şeylerimiz yok.

***

Bunun için Türkiye Cumhuriyeti’ne sırtımızı dayadık da yürümeye çalışıyoruz.

Bize baston ol, yol göster, ana ol, baba ol diyoruz.

Bunu yaparken bu kamburu daha ne kadar üzerinde taşımak isteyeceğini, bu esnada bundan neler kazanmayı bekleyeceğini, bizi çıkarlarımız ile kendi çıkarlarını nasıl örtüştürebileceğini, her işi o yapıyorsa bizim çıkarlarımızı nasıl gözeteceğini, koskoca toplumdan oy alarak koca koca makamlara gelince nasıl bir kişilik sergilenmesinin uygun olacağını, birtoplumun seçilmiş vekili ya datemsilcisi olmanın hiçbir ağırlığınıhissetmeden yaşamanın toplumu da devleti de nasıl etkileyeceğini hiç kafaya takmaya gerek yok!

Ya da aklımız kesmiyor belki…

İyi de aklı kesenler ve bundan şikâyet edenler var…

Yine de değişmiyor işte…

***

Oysa ne güzel olurdu bir devletimiz var derken kendi düzenimizi kurduğumuzu önce topluma sonra da komşulara gösterecek bir sistem yaratabilseydik.

Ne güzel olurdu tecrübe paylaşımı yapacağımız komşularımızla dostluk içinde eşitlikle, barışla, güzellikle yaşasaydık.

Ne güzel olurdu coğrafyasına göre, ırkına, dinine, milliyetine, siyasi görüşüne göre insanları bölmeseydik…

Ne güzel olurdu kendi topraklarımızın değerini ve burada yaratılmış tüm değerleri hak ettiği şekilde değerlendirebilseydik…

Çünkü şu anda hak ettiğimiz şekilde değerlendirebiliyoruz. Toprağımızın ekonomik, siyasal, hukuki, askeri, coğrafi, ekonomik ve daha birçok açıdan hakkını biz değil başkaları veriyor. Vermeye devam etmek üzere planlamalarını biz anlayana kadar da atı almış Üsküdar’ı da çoktan geçmiş olacaklar…

Bize düşen ardından bakakalmak olacak…

***

Açık yüreklilikle söylemeliyim ki bu ülkede küçük bir azınlık kendi rahatları, refahları, konforları için halkı adeta satmaya hazır bir grubun, aynı etik ve ahlaki olmayan anlayışı ile al gülüm ver gülüm çizgisinde yürüdüklerini alenen görüp hiçbir şey yapamamak artık hepimize çok ağır geliyor olabilir. Bunun ağır bedellerini ödüyoruz. Ödemeye devam edeceğiz.

Ne zaman ki basit çıkarlar uğruna yurdunu ve toplumunu satabilenlerin kendileri de satılığa çıkacak işte o gün için için yanmakta olan bu dağ kül gibi ufalanarak yıkılacak.

Ve hepimiz altında kalacağız…

Bazılarımızın tek farkı diğerlerinden daha sonra yanıp, küllerinin en üstte uçuşuyor olmasıdır ki bir anlam ifade etmiyor!

***

Bir memleket kendi kurtuluşu ile bir yol yürürken düşmanı çok olduğu gibi haini de çok olur elbet.

Günün sonunda kurtuluş gerçekleşirken başta hain ilan edilenlerin haklı olduğunu görmek hiçtendir.

Tüm dünya literatürüne bakın dilerseniz. Kraldan çok kralcı olmak para ederken günün sonunda krallar hep devrik ama demokrasiler ayaktaydı.

Krallık ve dikta yaşayabilseydi şu anda ne 1. ne de 2. Dünya savaşlarını henüz görmemiş olurduk. Geriye kalan artçılara maruz kalmamış olurduk.

Savaşlı yılların özlemi içinde yanıp tutuşan ama nereye yürüdüğünü bilmeyenlere kızgınım.

Ancak annemin bir sözü var aklımda: “Et da ellerinde, bıçak da…”

Dr. Çiğdem DÜRÜST