Bir hükümetimiz olsun isterdim.

Bir başbakanımız, bir dışişleri bakanımız olsaydı.

İşlerin yolunda gittiği, kararların bekletilmek zorunda kalmadığı.

Meclis başkanının, kabinedeki bakanların kimler olduğunun tartışılmadığı daha uzun zamanlar geçirmek isterdim.

Böylesi bir dönemde sağlıkla ilgili, kamu hizmeti ile ilgili süreçlerin tartışılmadığı.

Etraftaki panik havasında bizleri, yurttaşlarını koruyan bir hükümetimizin olmasını.

Kimin hangi siyasal partide olduğunu konuşmak isterdim. Sonraki seçimde hangi vekillerin kimlerle çalışacağını, bambaşka bir siyasal partide kariyerlerine devam etmekle ilgili planlarının bizlerin konusu olmadığı bir ülkede yaşamayı bizim de hakettiğimize inanılsın isterdim.

Uzaktan kumanda ile açılıp kapatılan bir TV ya da bir klima gibi hissettiğimiz bir ülkenin yurttaşı olmayı değil, gururla dünyaya neler katabileceğimize yeten zihinlerimizi eyleme kavuşturduğumuz bir devletimiz olsun isterdim.

Yarım asır sonra hâlâ yavru olduğunu söylemekten yüksünmeyen bir devlette değil, 50. yılını gururla kutlayan bir devletin yurttaşı olmayı yaşayanlardan ne eksiğimiz olduğunu kabullenmekte güçlük çekiyorum.

Hangi dili konuştuğumuzun, hangi ağız özellikleri ile lisanımı kullandığımızın, dinimizin, etnik kökenimizin tartışılmadığı; sürekli kültürlemeye maruz kalmadığımız bir devletin göğsünü kabarta kabarta gezen bir yurttaşı olmak isterdim.

İnsanların hangi mal ve mülkü edineceğinin hesaplamasını yaparken düzenli kentlerinde dünyalı olduğumu hissetmek ve insanca bir yaşamı yaşayabilmek isterdim.

Bir siyasal partinin kendi içindeki seçimlerinin hükümeti, dolayısı ile devleti ve haliyle de anayasanın bana verdiği haklar ile insanca yaşamayı isterdim.

***

Çok yazık!

Hem de çok…

Oysa dün TV kanallarımızdan birinde Cumhurbaşkanlığı pazarlığı nedeniyle, iki parti arasındaki anlaşmazlık nedeniyle Cumhurbaşkanlığına aday olacağını söyleyerek partilerin antlaşmasının bozulmasının ardından muradına erdiği açıkça belli olan bir vekilin, açık açık kendisini Meclis Başkanlığı’na uygun gördüğünü ilan edişini izlerken üzülmek hâlâ bize layık gördüğüm bir durum değil!

Halen daha birilerinin kendi yaşamlarını topluma feda etmiş gibi göstererek biraz daha ve biraz daha yükselmek ve zenginleşmek ile ilgili hırslarını hissetmediğim, hatta açıkça duymadığım bir düzen isterdim.

Bu düzende ihtiraslarını yerine getirmek için birleştirdikleri güçlerinin mücadelesinde birer karınca misali ezilen bireylerden oluşan bir halk olduğumuza şahitlik etmek kaldırılabilecek bir yük değil.

Bu satırlar ve pek çok gazetede yapılan binlerce satır tarihe şahitlik ediyor. Bundan 50 yıl sonra, hatta belki 25 yıl sonra her şeyi nasıl da yüzümüze gözümüze bulaştırdığımızı torunlarımıza ifade edecek kadar uzun yaşamamayı da diliyorum. Çünkü utançla sefalet ve esaret altındaki çocuklara ve gençlere yapılabilecek bir açıklamamız olmayacağını gören sadece ben değilimdir herhalde…

Her şey giderek zorlaşırken; tarihteki diğer örnekleri gibi her anlamdaki sefalet ve acizliğin insanları utanç veren bir düzene sürüklemesi tarihin ilk dönemlerinden bu yana yaşanan bir gerçeklik. Ve kendisi olmayı başaramayanların tarihten silindiklerini ya da tarihsel süreç içerisinde normal olmayan bir kültürel evrimsel süreçle mutasyona uğramışlıkları pek çoktur.

Anlıyor musunuz?

Ben, ben olmak, biz biz olalım istiyorum…

Çünkü artık değiliz ve giderek bize dair her şeyi birer birer yitiriyoruz!

Hem de bunu çok yakın bir devletin kendi varlığını dünyaya ilan ettiği bir günde istiyorum!

Dr. Çiğdem DÜRÜST