İlk mikrobumuz, sıtma paraziti. Eylül 2017’de Güney’de sıtmaya rastalanıldığında, dönemin Sağlık Bakanı Sayın Op. Dr. Faiz Sucuoğlu, KKTC’de sıtma vakasının görülmediğini açıklamıştı. Gel gelelim, Dünya Sağlık Örgütü, o dönem, KKTC’de 3 adet sıtma vakasının görüldüğünü kayıtlarına geçirmiş ve bizlere de Dış İşleri Bakanlığı aracılığı ile iletmişti.

İkinci mikrobumuz, H1N1 virüsü. İnsanlarda domuz gribine neden olan virüs. Ocak 2019 yılında kapımızı çaldı. Önce iki vaka var denildi. Dönemin Sağlık Bakanı Sayın Dr. Dt. Filiz Besim: ‘’Korkulacak bir şey yok.’’ dedi. Çok geçmedi, Gazimağusa Devlet Hastanesi Başhekimi’nin domuz gribi salgını açıklamasının hemen ardından, başhekim görevden alındı! Kaç kişiyi kaybettiğimizi bile hesaplayamadık. Devlet hastanesinde kurulan grip polikliniği ile, domuz gribi tanılarına ve tedavi için verilen ilaçlara sansür uygulandı. Neticede yine devletimiz sınıfta kaldı!

Üçüncü mikrobumuz, Batı Nil Virüsü. Grip benzeri tablo. Yüzde bir oranında öldürücü. Son günlerde tanı konulanların sayısında artışla birlikte, bir vatandaşımızı da ne yazık ki kaybettik. Medya ile hatalığın özellikleri ve sivrisinek vektörü ile mücadele edildiği paylaşıldı ama çok geç kalınmıştı. Sınıfta kalan yine devletimiz oldu!

KKTC’nin göçmen kuşlarının geçiş yolu üzerinde olması, faunasının kendine özgü olması, çöl tozlarına maruz kalması, bir ada ülkesi olması, dünya üzerinde bulunduğu enlem, onlarca çeşit milletten insanı barındırıyor olması, ister istemez, vektör kaynaklı ve subtropikal hastalıkların görülme riskini artırıyor.

Peki devlet ne yapmalı?

  1. KKTC’ye özgü mikroorganizmalar ve yol açtıkları hastalıklar risk haritasını çıkarmalı.
  2. Aşı takvimini KKTC’ye özgü hale getirmeli.
  3. Özellikle Uzak Doğu’ya seyahatlere giden vatandaşlarımızın aşılarını sıkı takip etmeli.
  4. Doktorların hepsini tek bir kayıt sistemi altında toplayarak, hastaların tanı, tetkik, tedavi ve takip verilerini yakından takip etmeli. İstatistik verilerini düzenli tutmalı.
  5. Bu gibi durumlarda derhal faaliyete geçecek bir ‘’ Toplum Sağlığı Koordinasyon Merkezi’’ kurulmalı.

Sadece Florence Nightingale Hastaneleri mi?

Geçenlerde gündeme bomba gibi düştü.

Eski Sağlık Bakanı Sayın Dr. Dt. Filiz Besim döneminde yapılan sevklerde, kendilerinin de dahil olduğu, usulsüzlükler varmış.

Süreç ne gösterir bilinmez ama, Dr. Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi’nin karşısındaki Akay Plaza’nın ikinci katına konuşlanmış, kapısının önüne takılan kamera ile giren çıkanın takip edildiği Memorial Hastanesi’nin, onkoloji ağırlıklı, hasta danışma ofisinin faaliyetleri ile ilgili de bir polis soruşturması başlatılmıştı.

Ancak her ne hikmetse, ne medyaya yansımış ne de devamı gelmişti.

Hatırlatmakta fayda var.

Özel Hastaneler Sevklerden Ne Kadar Kazanıyor?

Devletin yurt içi ve yurt dışı sevk ödemelerinin nerelere yapıldığının dökümünün yapılması şart olmuştur!

Özellikle devletin yoğun bakım sevklerinin dökümü çok önemlidir.

Bir tarafta, yenihastane binası yapmak için piyango bileti satılırken, diğer taraftan, bundan toplanması beklenilen paranın kat kat fazlası, yoğun bakım sevklerine gidiyor.

Akla da bir soru geliyor. Sevk edip duracağına, özel hastanelerden birisini devlet satın alsa, daha ekonomik olmaz mı?

Sayın Nidai Güngördü’nün Haklı Serzenişi

Geçtiğiniz günlerde, Girne Belediye Başkanı Sayın Nidai Güngördü, artan nüfusla paralel olarak, arıtma tesisinin yetersizliğini net bir şekilde dile getirirken, kapasite artırımı için yaklaşık 7 milyon Euro’luk bir kaynağa ihtiyaç olduğunu ve bunun, belediyenin bütçesi ile karşılanamayacağını, devletin olanaklarının da dahil edilmesi gerektiğini, objektif ve cesur bir şekilde dile getirdi. Girne için yapabildiklerini ve yapmak istediklerini tane tane açıkladı.

Ülkemizde, yönetimin başına geçenlerin genel eğilimi, yerin altına gömülmüş yatırımdan reklam yapılamayacağı yönündedir.

Direklere, duvarlara üçbeş renkli afiş asmak, birkaç dernek açılışına katılmak, halkın arasına karışıp dert dinlermiş gibi yapmak, esnafla toplantılar yapmak gibi neredeyse masrafsız icraatlar dururken, halkımızın ‘’temel’’ ihtiyaçlarına yapılacak olsa da ‘’göze sokulmayan yatırımın’’ siyasiye ne katkısı olabilir ki?