Afrikalı öğrencilerin gündeme getirdiği ırkçılıkla ilgili iki gündür sosyal medyada bir sosyal bilimci merakı ile yorumlar okudum. Kıbrıslıların bir kısmı, eğitim durumları fark etmeksizin kendi toplumlarının ırkçı olmadığına inanıyor. Dünyayı yüzyıllardır sarmış, köleliği kendi içinde de görmüş, bugünkü ırkçı global tüketim dünyasında, kimsenin olması mümkün değilken püri pak ırkçılıktan uzak olabileceğini düşünmek aslında ırkçılıkla ilgili pek kafa yormamak, kendine dönük pek fazla düşünmemekle alakalıdır. Benzerini 10 yıl önce kadın hakları konuşurken de yaşamıştım.Bizde kadınla erkeğin eşit olduğunu iddia ediyorlardı, hatta anaerkil olduğumuzu söyleyenler bile varı. Belki hala da bazıları cinsiyetçilik yok sanıyorlardır.

Bugün tanıdığım, eğitimlibirisinin “bizim tarihimizde hiç ırkçılık olmamıştır”, “siyahları aramıza aldık hiç de sorun etmedik” tarzında yorumlarını gördüm. Ben alan çalışan bir sosyal bilimciyim, alanda çalıştığım insanlar da hep toplumların içinde ezilen gruplardır. Farklı farklı ülkelerin ezilenleri, ötekileştirilenleri ile yaptığım görüşmelerde her zaman yaşadıkları ayrımcılıkların hikayelerini anlatırlar. Başat, yani toplumun güçlü grubu ise tamamen yukarda değindiğim sözcüklerle anlatır sosyal dokuyu. “Bizde hiç ayrımcılık olmamıştır”, “biz onları kendimizden hiç ayırmamışızdır”, “farklılıkları görmemişizdir”, “bunlar yeni yeni çıktı”, “aniden çıkardılar, “dış güçlerle çalışıyor bunlar, sorun çıkarmak toplumun huzurunu kaçırmak için uyduruldu bunlar” derler. Bunun sebebi basittir. Söyleyen her zaman için hâkim gruptadır. Azınlıkta olan grupların sesi duyulmaz. O yüzden de siz ayrımcılık olduğunu hiç düşünmezsiniz. Ayrımcılık olup olmadığının kararını verecek olan ezilendir, sizin ona davranışınızı kendi gözünden gören azınlık pozisyonundaki insanlardır.Yani ezilmenin öznesi her kim ise ezilmenin olup olmadığını anlatacak olan onlar olmalıdır.

Yukarıda bahsettiğim eğitimli Kıbrıslı devam ediyor ve “Afrikalı öğrencilere” ev kiralamak istemiyorsa bunun sebebinin gürültü yapmaları olabileceğini söylüyor, “bu da ırkçılık gibi görünüyor ama anlarsanız sebebini olmadığını görürsünüz” diye son derece basit bir mantık getiriyor. Sosyolojinin giriş dersidir, eğitimli birisinin de bilmesi gerekmektedir. Halkı uyandırması gereken kişilerin bunları bilmezden gelmemesi de çok gereklidir toplum için. Altında kendi çıkarları ile ilgili bir beklenti yatmadığını ve sadece eğitiminin gereken uyanışı sağlamadığını düşünelim, çünkü eğitimli olmak da farkında olmakla aynı değildir. Formal eğitimi az olan ve farkındalığı yüksek çok insan tanımışımdır. Bu söylediğinin cevabınıfarkındalık için verelim: Davranışını beğenmediğimiz bir sürü insan kendi toplumumuzun içinde de vardır. Gürültü yapan hiçbir Kıbrıslı öğrenciden sonra “Kıbrıs’ta gençler terbiyesizdir, saygısızdır, onlara ev kiralanmaz“ demezsiniz. “Afrikalı öğrenciler” diyerek genelleme yapıyorsunuz ve bu genelleme de sonunda sadece rengi ve geldiği kıta üzerindenhoşlanmamaya sizi götürüyor. Hoşlanmamanız sizi “tüm” gruba karşı önyargıya sürüklüyor ve oradan da ırkçılığaulaşıyorsunuz. Halbuki kendi ülkenizdeki insanlar her gün bir ton yanlış yaparken "KıbrıslıTürkler" böyledirler diye bir genelleme yapmıyorsunuz. Afrikalı bir öğrenciyi uyuşturucuyla görürseniz bunu hepsine mal ediyorsunuz, ama kendi toplumunuzda yaygın şekilde uyuşturucu kullanıldığı halde Kıbrıslılar uyuşturucu müptelasıdır demiyorsunuz. Afrikalı bir öğrenci cinayete karışırsa bunlar katildir diyorsunuz, ama Kıbrıslılar Afrikalı birini öldürdüğünde Kıbrıslı gençler katildir demiyorsunuz. Başka bir gruptan birisi kendi çıkarları ve çıkacağı seçim hayallerinde basın desteği almak için ırkçılığa gözünü kaparsa “bunların topu çıkarcı” diyorsunuz ama kendi grubunuzdan bunu yapan insanlar gördüğünüzde “Kıbrıslılar hep çıkarcı” demiyorsunuz. Dememelisiniz de, ne Kıbrıslı gençler için ne de Afrika ülkelerinden gelen gençler için.

Peki ne zaman ırkçı olursunuz? Irkçılık, ezilen, kendisinin bir hareketi, bir sözü, bir logoyu, bir yazıyı bize “bu beni rencide ediyor, bunun şöyle bir geçmişi var ve bu benim insan onurumla oynayan bir simgedir” dediğinde, biz bundan haberdar olduğumuz, bu algımızın içine girdikten sonra tavrımızı değiştirmediğinizde başlar. “Nasıl Şener Levent’eırkçı dersiniz, Afrika gazetesineırkçı dersiniz” üzerinden yapılan bütün savunmaların cevabıda zaten burada gizlidir. Maymunun Afrika ismi ile birlikte oraya konulması iyi bir hareket miydi? En başından problemliydi, bunu 20 yıldır sorun etmeyişimiz de iyi bir savunma değildir, ırkçı sembolleri ne kadar sorunsuz kabullendiğimizin bir dışa vurumudur aslında. Bugün sosyal medyada bundan utandığını yazanları da gördüm, bu da hepimizin aynasıdır, yalnızca Afrika Gazetesi’nin değil.“Afrikabile bizden ilerdedirler” ya da “Afrika olma yolundayız” diyen kaç kişi görmüşsünüzdür? Sınıflarda bazı öğrencilerin Afrika’dan gelen öğrencilere ülkelerinde yol olup olmadığını soranlar bile vardı mesela. Ancak, Afrika’yı Avrupa’dan daha aza indirgeyerek “burası olsa olsa Afrika olur” denmesini de maymun logosunu daçok zamandır problemli görenler de vardı. Ama siyahlara yapılan hiçbir zaman öncelikli mesele olmadığı için konuşulmuyordu. Neden şimdi, sorusunun cevabı da basittir. Ve komplo değildir. Adada Afrika ülkelerinden gelen artan sayıda öğrenci ve işçi vardır. Solun içindeki insanların bayıldıkları “örgütlülük” noktasına şimdi geldikleri için de sesleri daha güçlü çıkmaktadır. Buna dünyada siyahların başına gelenlerin gündeme oturmasını da eklediğinizde bir spill over(yayılma) görmeniz normaldir. Tıpkı Arap baharında komşu ülkelerin birbirlerinden etkilenerek hareketlenmesi gibi. Dünyada bir sürü yerde ırkçı büstler yıkılıyor, ırkçı şahsiyetlerin duvarlara çizilmiş resimleri üzerine (adına sanat demesine rağmen) başka bir şey boyanarak siliniyor. Dünya iyiye doğru değiştirmek için mücadele ediyor. Ve sizin “Sol mücadelenin ve özgürleşmenin öncüsü” dediğiniz bir gazete bu mücadelenin karşısında yer alıyor, yer almayı tercih ediyor. Burada Afrika Gazetesine bir saldırı varsa o saldırıyı yapan okurlarının beklentisinin tersine giden Şener Levent’in ta kendisidir.

Çok ilgimi çeken bir Facebook postu gördüm. Benim arkadaşım olan birisi paylaşmış Senih Çavuşoğlu’na ait. Çavuşoğluşöyle diyor paylaşımında: “Ne ırkı ve ne ırkçılığı..! Kıbrıslı Türklerin insan olma hali esaretinden kurtulması, bir özgürleşme mücadelesi vermesinin adıdır Afrika Gazetesi. Logosu ise metaforlar çağını yıkmış ve metamorfozlar çağını başlatmıştır bu topraklarda.” Öncebu ilginç reddediş ve sahiplenme biçiminden başlayalım, irdelemeye değer. Kendisi bildiğim kadarı ile DAÜ hocası (şahsen tanımıyorum, şahsı ile ilgili hiçbir fikrim yoktur). Tatar’la ilgili yaptığı kolaj dava olacak mı olmayacak mı ile gündeme geldi son dönemde, söz söyleme özgürlüğü, konuşma özgürlüğü üzerinden bir tartışma yaşandı ve Tatar’ın geri adım atması ve hoşgörüyü tercih ettiğini söylemesi ile sonuçlandı. Bu konu ile ilgili küçük bir not: Herkesin haklılıkla pek kızgın olduğu, memleketin yerinden oynamış çivisini yerinden çıkarmış hükümeti ile Tatar, hoşgörülü ve söz söyleme hakkına saygısı olduğunu gelen baskılarla kabul etmek zorunda kaldı ama sol ve özgürleşme için hareket ettiğini savunan bir grup insanın ırkçılık karşıtı uyanışların yaşandığı bu dünyada iyiye değişmeme rahatlığı solun kendi koyduğu standartlardan kendini muhaf tuttuğunu da gösterdi.Çıta yeniden aşağı çekildi. Ama ondan daha ötesi ve endişe verici olanı Afrika Gazetesine burada biçilen rol ile Gazetenin gerçekteki tutumu. Varsayalım ki gerçekten Afrika gazetesi “Kıbrıslı Türklerin insan olma halini bir esaretten kurtarmak için özgürleşme mücadelesinin adıdır” Cavusoglu’nun iddia ettiği gibi. Benim katıldığım bir duruş ve tecrübem bu yönde değildir ama yaptığım meslek itibarıyla böyle hisseden insanların duygularını hiçleştirmek, inkâr etmek noktasında hiç olmadım. (Bu duygulara neden sahip oldukları sosyal olarak irdelenmelidir ama an itibarı ile yazının konusu değildir). Hepimiz örgütlü mücadelelerin içeresinde zaman zaman birlikte olduğumuz örgütlenmelerin yaptıklarıyla ayrı düşmüşüzdür. Örgütlülük bize sesimizi kesmeyi, birliği bozmamayı öğretir. Ama bu aslında toplumsal olarak ilerlememizi yavaşlatır. İçinde bulunduğumuz küçük grupların mikro yapısının altında bir nevi köleleşmemizi getirir. Son günlerde Şener Levent’in ırkçı semboller içeren bir logoyu değiştirmeme ısrarına karşı kendisini kalkan gibi ören bir grup görüyoruz. Cavusoglu’nun sözcüklerinde hayat buluyor bu savunuş. Bu logo beni rencide ediyor diyenlere karşı “beni ilgilendirmez, rencide olma çünkü bu karşındaki adam özgürlük mücadelesi yapıyor” demeyi tercih ediyor. İnsanlar mükemmel değildir. Allahlaştırılmaları inandığımız mücadelelere en büyük zararı verecek tutumlardır. Tarihte örneği çoktur. Çoğumuz mücadeleyi özgürlük için, bağımsızlaşma için, insan haysiyeti için, eğilmemek için, söz söyleme hakkını çiğnetmemek için yaptığımızı unutuyoruz. Mücadelenin sembolü haline gelen kişilere tapınmayı, onları putlaştırmayı, dokunulmaz, eleştirilemez, hata yapamaz insanlara dönüştürmeyi öne çıkıyoruz ve mücadelelerimizi bir araca döndürüyoruz.Özgürleşme mücadelesi yok oluyor, kişiler ve logolar fetişize oluyor. Bizim Kıbrıs’ta sorunumuz, kendi mağduriyet ve ezilmişlik pozisyonumuzu mutlak görmektir. Biz ne olursa olsun kendimizi ezilen görüyoruz. Oysa, kimlikler yapının içinde çokludur. Bir grubun ezileni olmak öbür grubun ezeni olma pozisyonunu ortadan kaldırmaz. Bunu kabul ettiğimiz ve ezmekten haz etmediğimiz gün de gerçekten tahakküm ve ezmeye karşı çıkmaya başlarız. Freire’den yola çıkarsak ezilmemek istiyorsanız bunun yolu ezilmemeye çalışmak değildir. Kendimizden güçsüz gördüklerimizi ezmemektir. Ezmediğiniz anda ezilmeniz de daha zor olacaktır.

Oysa Şener Levent’in bunca sorgusuz savunulması tehlikeli bir yola girdiğimizi işaret etmektedir. Başımızda var olan tahakkümün yerine yeni bir tahakküm ister gibi bir halimiz var. “Tahakküm bizim olsun çamurdan olsun” misali yol alan bir hal var. Eminim amacımız o değildir ama kendimize çizdiğimiz yol başka bir yere çıkmıyor. Özgürlük mücadeleler tek bir insan veya tek bir zümre için yapılmıyor. Bütün toplum için yapılıyor. Akademisyenlerin, sanatçıların, yazar çizerlerin sahip çıkacakları grup birlikte yaşayan halkın tümüdür.

Tanrılaştırılan başka liderlere güldüğünüz zaman belki birazda o aynayı artık kendinize tutma zamanınızdır. Dostlarınız, düşündüğünüz gibi özgürleşme mücadelelerinin yoluna kelle koymuşlarsa, sizin kendilerine yaptığınız eleştirileri de saygıyla, heyecanla, olgunlukla ve hayranlıkla karşılayacaklardır. Adayarısında Afrika ülkelerinden gelen öğrencilerin yanından geçen bazı Kıbrıslılar maymun taklidiyapmaktadır. Ben bunu kendi gözlerimle adada ders verdiğim üç yıl boyunca gördüm. Gözlerinin derinliklerinde acıyla bununla ilgili ne hissettiğini bana anlatan çok öğrenciyi de kulaklarımla dinledim, yüreğimle de duydum. Kimse tanrısal bir mükemmeliğe sahip değildir. Aung San Suu Kyi Burmalı politikacıdır.Ülkesinin askeri yönetimden özgürleşmesi için yıllarca mücadele verdi, ev hapsinde yaşadı. Kıbrıslı Türkler’in henüz yapmaya hiç kalkışmadığı boyutta bir mücadele verdi. Sonra ülkesinin başına geçti ve Rohinga halkına dünyanın gördüğü en büyük acıları çektirmenin sorumlusu oldu, dünyanın gördüğü en büyük insan hakları ihlallerinden birini gerçekleştirdi. Bağımsızlık mücadelesi vermek kendi başına bir insanı olmuş bitmiş bir projeye dönüştürmüyor, insan özgürleşmesi çok boyutludur ve devamlılığı olan bir projedir. Bugün Kanada’da bir insan hakları müzesi’nde, Aung San Suu Kyi’nin önceden gururla yerleştirilen resminden ışıklar söndürüldü, sonsuza kadar resmi ve tarihçesi oradan kaldırılmaya hazırlanıyor. İnsan hakları kuruluşları tarafından almış olduğu bazı ödüller geri alındı. Şener Levent’in ofisine gelip giden saygın kuruluşlar üç gün sonra bu maymun dikkatlerini çektiğinde kendisinin iddia ettiği gibi “biz bunu görmemiştik sorun etmemiştik” demeyecekler. “Bu çok önemli bir sorun, mücadeleler tek yönlü olamaz” diyecekler. O zaman mı Levent tutumunu ve logosunu değiştirecek? Yoksa bu sefer de az önce gerekçe olarak sığındığı bu kuruluşların kendisine “komplo” kurduğu üzerinden mi satacak gazetesini ve mağduriyetini?Umalım ki hem kendisi hem çevresindekiler herhangi bir batılı “saygın“ kuruluşun kendilerine bir şey söylemesini beklemeye kalmadan, sadece ve sadece insanın insan gibi yaşayabilmesi, insan haysiyetinin ezilmemesi için bu logoyu değiştirmek yönünde adım atacaklar. Çünkü yapmazlarsa tarihin Şener Levent’i ve gazetesini “özgürleşme mücadelesinin adı olarak” anacağınız bu metafordan nasıl bir metamorfozadönüştüreceğiniizlemek istemezsiniz.