Türkiye ile yapılan mali protokoller konusu her açıldığında aklıma Kıbrıs Türk insanının liyakatı gelir.Neden biz bu mali protokoller içerisinde yapılması gerekenleri düşünüp yapamadıkta bize başkalarının söylemesine ihtiyaç duyduk diye hayıflanır dururum.Hani Devletiz ya.Eğitim seviyemizde çok yüksek .Sonra Avruplılığımızlada övünen kişileriz ya o yüzden bazı şeyleri kendime yediremem.

Ama sebepleri var tabii.

Zaman zaman toplumda bulunduğu yeri sorguladığımız insanlar olur.Kamuda olsun özelde olsun davranışlarını ve bulunduğu yere nasıl geldiklerini sorgularız.

Sahip oldukları nitelikler ile bulundukları yerler arasında büyük uçurum olan bu insanların nasıl olur da o noktalara geldiğini merak ederiz.

Hükümetler her değiştiğinde kurumların başına atamalarda başlayınca her kes kendi kendine bu soruyu sormaya başlıyor.

İşte bizim de merak ettiğimiz bu soru psikologların da kafasını kurcalamış konu üzerinde çalışmalar yapılmış bu durumu anlamlandırılmaya çalışılmışlar.

Psikoloji, kişinin ortaya koyduğu ve gözlemlenebilen hareketler olan davranışları ve zihinsel süreçleri araştıran bir bilim dalı.

Aslında konusu insan olan ve insanı çalışan , insanı anlama çabası gösteren bir bilim dalı.

Bu bilim dalının iki temel amacı var.

İnsan davranışlarını açıklayan genel bir bilgi oluşturmak ve bu bilgiyi gündelik hayata uygulayarak sorunları çözmeye çalışmak.

Psikolog Justin Kruger ve David Dunning’in tarihe geçmelerine vesile olan bir teorileri var .

Teori özetle, “Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır” der.

Bilgisizlik, özgüveni bilgiden çok artırıyordu.

Bu teori çok ses getirdi… Ardından yapılan araştırmalar da teorinin iddiasını doğruladı.

Bu araştırmalara göre;

Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemiyor, niteliklerini abartıyor, nitelikli insanların niteliklerini anlayamıyor, belli bir eğitim almaları halinde kendi niteliksizliklerinin farkına varıyorlardı.

Bir diğer sonuçta niteliksiz insanlar vardıkları yanlış sonuçlar ve yanlış kararların yanlışlığını anlayabilecek kapasiteye sahip değillerdi.

Araştırmalar sonucunda bu sendroma Dunning-Kruger sendromu adı verildi.

Psikoloji de sendrom kökeni ve durumu tam olarak belli olmayan psikolojik bozukluk olarak adlandırılıyor.

Bir anlamda kendini değerlendirme yeteneksizliği de diyebileceğimiz Dunning Kruger sendromlu insanlara hayatımızın her alanında rastlamak mümkün.

Dunning Kruger sendromlu insanların toplumsal hayatı en çok etkilediği belli başlı alanlar var.

Her akşam televizyonlara çıkarak tonlarca laf eden icraatta tamda bunun tersini yapan toplumsal zihni kirleten sözde kanaat önderi aydınlardan tutun da siyasetin belli başlı simalarına kadar çok çeşitlilik gösteren alanlarda karşımıza çıkan bu sendromlu insanlar toplumsal ilerlemenin önünde birer engel olarak durur.

Liseyi zar zor bitiren hayatta tek bir başarısı olmamasına rağmen Milletvekilliğini kendine hak görenlerden ,yönetimden ve yöneticilikten anlamadığı halde kurumların yönetiminde söz sahibi olmak isteyenlerden,Belediyeciliğin B 'sini bilmemesine ragmen Belediye başkanlığına soyunan sonundada hem kendini hemde beldesini hüsrana uğratanlara kadar bu liste uzatılabilir.

Bu sendromlu insanlar toplumsal ilerlemenin önünde engel olduğu gibi toplumsal hayatı tahrip etmek bakımından da üzerinde durulması gereken önemli bir konudur.

Kendilerine hak ettiklerinden ve yetenekleri ile orantısız misyon yükleyen bu insanların işgal ettiği alanlara bir bakıldığında aslında sorunun büyüklüğü daha iyi anlaşılabilir.

“Siz de çevrenize şöyle bir bakın” diyeceğim ama eminim bu satırları okurken bile aklınızdan bir çok yüz, bir çok isim geçmiştir.

Siyaset bu alanlardan birisi ve belki de en önemlisi.

Siyasetimizdeki kalitesizliğin ve niteliksizliğin altında yatan sebep de belki bu sendromlu insanların çokluğu.

Dunnig Kruger sendromlu siyasetçiler kendilerinden daha yeteneksizlerden oluşturdukları kadrolarla kitleleri yönetiyor biri ömrünü tamamladığında diğeri geliyor.

Hal böyle olunca en yeteneksizler en hızlı yükselen oluyor.

Diyebilirim ki

Bir toplumda adı geçen sendrom ne kadar yaygınsa milletlerin geleceği de o derece tehlike altındadır. Çünkü niteliksizleşmenin yaygınlaşması devleti ve milleti geri bıraktığı kadar varlığını da tehlikeye sokmaktadır.

Kahramanlar terk ettiğinde, sahne palyaçolara kalır misali..

Eğitimde, kültürde, bilimde, siyasette, ekonomide niteliksizleşme aşılamadığı takdirde ihtiyaç duyulan büyük ve milli sıçrama gerçekleşmiyor. Ülke adeta sıkışıp kaldığı yerde debelenip duruyor. Sonuçtada her alanda patinaj yapmaya devam ediyoruz.

İyi ki Türkiye varda bizi mali protokollerlede olsun bir nebze doğru yola sokmaya çaba gösteriyor. Bize düşende kendimize gelip bu sendromlu insanlardan toplumu özelliklede kamuyu temizlememiz.Yoksa patinaja devam edeceğiz.

Mali Protokollerin uygulamaya konduğu günden bugüne yeterli başarıya ulaşılamamasının en büyük nedeni bu sendromlular.Artık bu işbirliğinin başarılı olması için liyakat sahiplerine ihtiyacımız olduğunu anlamamız önemli, onların işleri zamanında ve doğru şekilde bitirmesine yoksa verileceği söylenen para da bizden istenen işleri sonladıramadığımız için herzaman olduğu gibi büyük bir kısmı geri gidecek.

Yine yollar yapılamayacak, eğitim öğretim hizmetleri geliştirilemeyecek.,Tarımda araştırma geliştirme projeleri hayvancılıktada hayvan ıslahı ve zararlılarla mücadele projeleri hayata geçemeyecek , derelerin ıslahı yarım kalacak yada yapılamayacak ,500 yataklı Hastahane hayal olacak,köylerin altyapı yatırımları için belediyelere verilecek olan katkılar ise bir başka bahara kalacak.

Erdemin, bilginin geriye çekildiği zamanlarda cehaletin boşluğu doldurma hızı hep baş döndürücü olmuştur.

Bertrand Russel’in şu sözü son söz olsun;“Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmasıdır.