Ada yarısının üzerinde yeniden bir mizansen kurgulanmış. Basit bir kurgu. Kıbrıslı Türklerin Annan planından beridir federasyon için bekledikleri Rumların, politik olarak uzlaşmacı yaklaşımda olmadıkları inkâr edilemez bir duruma gelmişti. Talat-Hristofiyas gibi bir sol bileşende anlaşma olmadı. Akıncı ağlamaklı bir halde hayal kırıklığını saklayamadığı için istenilen her şeyi vermesine rağmen Anastasiadis masadan kaçtı. Sonuçta, toplum Rum yönetimlerinin niyetini açıkça gördü. Bütün bunlar olurken Rum yönetimleri ve siyasi partileri gelecek kurguları için sıkı çalışmadaydı. Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs Cumhuriyeti altında sahip olduğu, zaten kota ile her dönem seçilmesi gereken Kıbrıslı Türkler olması gerektiği gerçeğini unutturarak hayali bir “sandıktan çıkabilirsiniz” mizanseni Kızılyürek’i üniter yapı altından seçtirerek başladı. Başka Kıbrıslı Türk adayları değil, kendi içinde yaşayanı seçtirmek için de başka adayların seçmenlerine oy verdirilmediği isyanları hiç duyulmadı, konuşturulmadı, sosyal medyadaki “ben oy veremedim” feveranları bastırıldı. O seçilerde de aslında Kıbrıslı Türkler kotasız seçilmelerinin ya da kimin seçilebileceğinin Rum yönetiminin iki dudağı arasında olduğunu gördüler. Dünyanın her yerinde de bu böyledir, çok etnikli yapılarda klasik çoğulcu demokrasi uygulamaya kalkarsanız, sayısal çoğunluğu elinde tutan grup, etnik merkezciliği öne çıkararak hep kendi adaylarını seçtirir. Ya da Kızılyürek’te olduğu gibi kendisi ile işbirliğinde olabileceğini düşündüğü kontrollü adayları seçer.

Kıbrıslı Türkler artık anlaşma umudu adına susmayı kabul etmiyor. Alternatifler konuşulmaya başladı. “Egemenlik”, “iki devlet” gibi konuların sulandırılarak ortaya serilmesi de aslında Kıbrıslı Türklerin alternatif arayışlarının önünü kesmek içindir. En basitinden tanınma meselesi gerçekleşmeden de Kıbrıslı Türkler dünyadan yaşadıkları izole olma durumundan kurtulmak için ekonomik açılım isteyebilir. Bu, elbette Kıbrıstaki hiçbir hakim aktörün işine gelmez. Sürer durumdan yararlanmayan sadece Kıbrıslı Türkler oldukları için Kıbrıslı Türkler artık alternatiflere, en çok da ekonomik açılımlara bakmaya başladı. Ekonomik açılımları sorgulamak kendi kendine yetmenin, kendi hastalarına bakabilmenin aslında ilk adımıydı.

Bu sorgulamanın ortadan kaldırılması gerekliydi. Sorgulamayı, ayağa kalmayı, direnmeyi ortadan kaldıracak en etkin silah Kıbrıslı Türklere karşı düzenli aralıklarla kullanılıyor. “Aciziyet, mağduriyet, zavallılık hissi” insan ve toplum iradesini, mücadelesini en çok durduran en yıkıcı silah. Bu sefer mizansenin çok acıklı olması, hepimizin mağduriyet ve zavallılık hissinin kaçınılmaz olarak tırmanması gerekiyordu. Böyle durumlarda ya bir çocuk seçersiniz ya da melek yüzlü, bakire görünümlü gencecik bir kadın. Bu sefer bir kız çocuk seçildi. Masum, iyileşme, tedavi olma hakkı olan bir küçük kız çocuk. Mizansen iyi çalışsın diye, sürer durum isyansız, başkaldırışız devam etsin diye, en kötüsü yapılarak aylarca anne babaya çocuğunun tedavisiz hayattan kayışı seyrettirildi. Dünyanın en kötü şeyi hasta olmak değildir, hasta çocuğunuza yardım edilmeden onun elinizden kayışını seyretmektir. Sembolik olarak Kıbrıslı Türklerin hepsi kendini bu ana-babanın yerine koydu, en vurucu soru soruldu “ya sizin çocuğunuz olsaydı?” Çaresizlik duygumuz tırmandıkça tırmandı. Gerçek şu ki, gündem yapılmasalar da Kıbrıslı Türklerin içinde sağlıkta aciliyetle müdahale bekleyen çok insan var. Bütün bir sağlık sistemimiz müdahale istiyor. Karşı karşıya olduğumuz tablo nedir: Bir yandan sağlığa akıtılması gereken paraları toplumun damarına basarcasına saraya döndürmeye çalışanlar var. Öte yandan Kıbrıslı Türklere direkt olarak gitmesi gereken sadece 2.5 milyon değil Avrupa Birliği çıkışlı milyonlarca dolarlık para var. Kıbrıslı Türklerin payını vermek istemeyen Kıbrıs Cumhuriyeti yöneticilerinin bu paraya el koymak için içimizden birini, en küçüğümüzü, en mağdurumuzu kullanarak kendi hastanesinde hem de minnet beklenerek tedaviye aldığı bir süreçteyiz. Küçük kızımızın tedavisi çok para istiyor istemesine ama devletlerin tedavi ve ilaç için bireyin ödediği parayı ödemediğinin hepimiz farkındayız değil mi?

Sonrasında da bu bekleyiş, mizansenin uygulayıcıları tarafından romantik şekilde resmedildi. Saray, egemenlik, iki devletlilik temelinde aslında seçim yasaklarına bile uyulmamış bir arka planda Kıbrıslı Türkler otururken, en masumumuzun, en küçüğümüzün hakları merkez alınarak yapılan eylem, polis copu ile sonuçlandı. İçinde yaşadığımız düzenin kötülüğünü sembolize etmek için. En aptalından bile olsa hangi yönetim kendisine tepki duyulmasına yol açacak böyle bir yöntemi kullanır? Tabi ki emir altında olanı. Zaten önceden de kendi seçildikleri partinin yönetimini bile emirle ele alamayacak düzeyde oldukları nakış gibi işlenmemiş miydi? Vurguyu yeterince anlamamışsak diye Türkiye başkentinden Güney Kıbrıs’a götürülüyor en küçüğümüz, en mağdurumuz. Biden’ın Erdoğan’la görüşmeyi reddettiği şu günlerde birden milliyetçilik üzerinden yapılan sembolik hareketler duruyor ada yarısının sahillerinde. Egemenliğin hoyrat bir etnik milliyetçilikle kısırlaştırıldığı bir ortamda, kendi insan onuru ile kendi iradesine sahip çıkmak talan ediliyor. En sembolik olan en sonda geliyor, Makarios Hastanesi çare oluyor en küçüğümüze, en mağdurumuza. Anasdasiadis iyilik perisi bir melek olarak sızıyor söylemlerimize. AKEL’ ciler biraz sessiz, olsun, onlar da zamanlarını beklemekle mükellef. Anasdasiadis en büyük günahını çıkarmış, iki devletlilikle ilgili attığı adımları geri alışını belgeliyor, kutsal su ile yıkanıp affedilmeyi hak ediyor.

Ya biz? Ada yarısı her zamankinden biraz daha yaralı, her zamankinden biraz daha aciz hissediyor. “Sığınılacak liman olmadan ne yapabiliriz” sorusuna itiliyor. Kendi toplumsal haklarını bıraktıracak iki alternatiflerden birini seçmek zorunda hissettiriliyor. Ama sorular önemlidir ada yarısı. Sığınılacak liman yoktur, Kıbrıslı Türkleri kurtaracak olan kendi kendidir. Soruları değiştirmek, bu kırılma anlarından birinde etkiye tepki göstererek anlık tercihlere giden bir topluluk olmaktan çıkabiliriz. Önce seçmenlerin, destekçilerin partilerinden, soldan şahsiyetli politika talep etmekle başlaması gerekir. “Lider” takip etmeyi bırak, partilerin başındakilerden şahsiyet talep et, suya sabuna dokunmadıklarında hesap sor. Kıbrıs’ın sürer durumundan yararlanan herkese karşı alternatif aktörler kimlerdir? Bu soruyu sor ve sordur. Küçük toplulukların en büyük alternatifi dengelemedir. Bugün olanları dengeleyecek hangi aktörler vardır? Bütün bu soruları sormak zorundayız. Ne olduğunu anlamadan nasıl formüller üretebileceğimizi bilmiyoruz.

Makarios hastanesi “eliniz mahkûm” sembolünü vurgulamak içindi. Onun kalemşörleri de bu mizanseni romantize ederek ada yarısına kaşık kaşık yedirmek için elinden geleni yaptı. Rum yönetimleri 60 yılda derslerini çıkarmış görünüyor. Nihayetinde Makarios’un söylediği yere geldiler. Zorla ortadan kaldırmaya çalışmak gece kuşlarını uyandırıyor. Kızılyürek “etnik köken fark etmez, bakın ben seçildim, hepimiz Kıbrıslıyız” hülyasının sembolüydü. Makarios Hastanesi de en küçüğümüzün, en mağdurumuzun kurtuluş çaresinin federasyona son 20 yıldır hayır diyen Rum yönetimlerinin öngördüğü, kotasız, üniter devlet altında “vatandaşlar” olarak hizmet almamızın sembolü.

Endişeliyim. Tarihin bu döneminde, kapitalizmin dişlileri arasında günü kurtarmak, kendini, kendi çocuk çoluğunu sefahat, villa, yurt dışında bursla okutma meraklısı olanların içimizde sağdan ve soldan bu kurgunun parçası olması beni endişeye sevk ediyor. Bu sefer gece kuşları gerçekten de uykuda kalmaya devam mı edecek?