‘’Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.” denilmektedir İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin üçüncü maddesinde. O ya da bu şekilde, tıbbi bir durumdan dolayı hayatının son anlarına geldiğine inanılan bir kişi söz konusu olduğunda ise, ‘’yaşam’’ kelimesinin beyin ve vicdan arasındaki anlamsal bağı birdenbire kopuveriyor bazen… İşte tam da bu noktada, her ne kadar tıbbi bir kavram olarak işleniyor olsa da, hukukçuları, felsefecileri, bilim insanlarını, din insanlarını da meşgul eden önemli bir kavram olarak karşımıza çıkıyor ‘’ötenazi’’

Türk Dil Kurumu tarafından ‘’ölme hakkı’’ olarak tanımlanan ötenazi, Grekçe “eutanasia” kökünden gelmektedir. “Eu” iyi, güzel, “thanatosis” da ölüm anlamındadır. Kısaca ötenazi; ‘’ısdırapsız tabii ölüm’’, ‘’iyi ölüm’’, ‘’tatlı ve acısız ölüm’’, ‘’kolay rahat ölüm’’ gibi anlamları ifade etmektedir. Ötenazi kavramını 18.yy‟da ilk defa ortaya koyan Bacon‟ a göre, doktorun vazifesi ıstırapları azaltmak ve hastayı sıhhate kavuşturmaktır. Istırapları azaltmak yalnız tedavi edip iyileştirmekle değil bazı hallerde ona rahat ve kolay bir ölüm sağlamak suretiyle de gerçekleştirilebilir
Aktif ötenazi; ölümü meydana getiren tıbbi yöntemlerin doğrudan doğruya kullanıldığı, yani, hastanın bedenine öldürücü dozda maddenin verilmesiyle hastanın ölümüne neden olma uygulamasıdır. Pasif ötenazi; hastanın tedavisinin kesilmesi ya da yaşam desteğinin çekilmesi sonucu yaşamının sona erdirilmesidir. Ağrının giderilmesi dışında hiçbir tedavi uygulanmaz. Ötenazinin bizzat hekim tarafından değil de hekim yardımıyla gerçekleştirildiği durumlarda ise “hekim yardımlı intihar” kavramı ile karşılaşmaktayız.
Tüm dünyada özellikle son otuz yıldır tartışılan ötanazi bilim ve etiği karşı karşıya getirmekte ve çoğu zaman bilim insanları arasında hararetli tartışmalar yaşanmaktadır. Ötanazinin nasıl ve ne şekilde gerçekleştirileceği sorun olmuştur. Belçika, Lüksemburg, Hollanda, Kanada, Hindistan, Japonya gibi ülkelerde, ötenazi farklı şekilleri ile legalleştirilmiştir. Türkiye’de, Türk Hukuku’nda konu ile ilgili ceza kanununda özel bir hüküm bulunmasa da Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’ne Sağlık Bakanlığı’nın Hasta Hakları Yönetmeliği’ne göre ötanazi yasaktır. Ülkemizde ise, ötenazi ile ilgili doğrudan başvurulabilecek bir yasal mevzuata araştırdığım kadarıyla rastlayamadım.
Değerli okuyucular; Görülüyor ki, ötenazi oldukça hassas bir konu. İşin ucunda, bir insanın, yeri geldiğinde bir sevdiğimizin son nefesleri ile ilgili ciddi ve geri dönüşümsüz bir kararın alınması var. Peki yasaların izin vermediği ülkelerde, sağlık personelinin ötenaziye bakış açısı ve pratikteki uygulaması nasıl olabilir, hiç düşündünüz mü? Türkiye’de, 2013 yılında, Dokuz Eylül Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma, Türkiye'de yasak olmasına rağmen sağlık çalışanlarının ötanazinin gizlice uygulandığına inandıklarını ortaya koymuştur. Yapılan çalışma sonunda, ankete dahil edilen hemşirelerin yüzde 59.6'sı ötanazi yapıldığına inandığını söylemiştir. Yoğun bakım hemşirelerinin yüzde 61.5'inin, dahili birim hemşirelerinin yüzde 51.6'sının, cerrahi hemşirelerinin yüzde 42.9'unun, çocuk birimi hemşirelerinin yüzde 36.8'inin, ötanazinin yasal olarak kabul edilmesi taraftarı olduğunu belirtmişlerdir. Türkiye’de, 2004 yılında yapılan bir başka çalışmada ise, doktorların yüzde 19'unun birden çok kez ötanazi isteğiyle karşılaştığı, doktorların yüzde 56'sının da, Türkiye'de gizli de olsa ötanazinin yapıldığına inandığı sonucu ortaya konulmuştu.
Peki ülkemizde durum nedir? Böylesine hassas bir konuda yorum yapabilmek ateşle oynamakla eşdeğer olsa da, başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere, devletin konu ile ilgili birimlerini harekete geçirmek adına, yorumlarımı yapma sorumluluğunu yerine getireceğim.
Meslek hayatımızın herhangi bir gününde, DNR (Do Not Resuscitate!-Canlandırma Yapma!), ‘’hastamız için daha fazla yapacak bir şey kalmadı’’, ‘’dilerseniz alıp eve götürebilirsiniz’’ şeklinde cümleler kurduğumuz aşikardır. Aslına bakarsak, bu yaklaşımların her biri, ‘’pasif ötenazi’’ kavramına benzer durumlardır. Dahası, eskiden büyüklerimizin, evlerinde vefat ettiklerini düşündüklerimizde, bu vefatlardan bazılarının da ‘’pasif ötenazi’’ olduğunu söylemek hiç de yanlış olmayacaktır. Son dönemdeki bir kanser hastasının, tedavi kararının kendisine veya ailesine bırakılarak hastaneden taburcu edilip evine gönderilmesi; yoğun bakımda ağır kafa travmalı bir hasta için, yapacak bir şey kalmadığının söylenerek tedavide pasif konuma geçilmesi; yaşını almış bir hastada beklenmedik bir tıbbi durum karşısında tedavi konusunda ne kadar ısrarcı olunmasının sınırlarının çizilmesi ve daha birçok birbirinden bağımsız örneklerle ele alınabilecek, ‘’ötenazi’’ ve ‘’yaşatmak için mücadele’’ arasındaki ‘’halat çekme yarışında’’ kararı kime bırakmalıyız? Özellikle de, modern tıbbın tam olarak tedavisini henüz bulamadığı hastalıklarda (örneğin, ALS), sosyal devlet olarak, hastaların gerekli yaşam desteklerini evlerinde almaya devam etmelerini sağlayamıyorsak, ‘’devlet eliyle pasif ötenazi’’ yapmış olmuyor muyuz? İşte tüm bunları düşündükçe bir doktor olarak, benim bile kafam karışıyor.
Peki ne yapmalıyız? Kanaatimce, ülkemizde, sağlık, hukuk, doktor, hasta ve dini temsilcilerinin bir arada olduğu bir ‘’ötenazi komisyonu’’nun kurulması önemli bir adım olacaktır. Bu komisyon, ülkemizin coğrafi, sosyal, kültürel, epidemiyolojik özelliklerini de göz önünde bulundurarak, ötenazi konusunda nihai kararını ortaya koymalı, bu kararını kanun maddelerine dökmelidir. Önümüzdeki yıllarda hayata geçirmeyi planladığımız geriatri ya da palyatif bakım merkezleri projelerinin de eksik kalabilecek hukuki yönlerini doldurması açısından da bunun önemli bir adım olacağının altını çizmek isterim. Ötenazinin her çeşidi yasaklanabileceği gibi, bazı çeşitlerine belirli koşullarda izin verilmesi de gündeme getirilebilir. Bu durumda, gelecekte ülkemize yönlendirilmesi muhtemel, geriatrik ve/veya palyatif bakım hastalarının da ‘’gerekçeli’’ seçim tercihlerinden birisi de ülkemiz olabilir.
Her canlı, ana rahmine düştüğü andan itibaren ‘’yaşamak’’ ister. Canlının her nefesi kutsaldır ama belki de vereceği ‘’son nefes’’, en kutsalıdır. Ona herkes saygı göstermek zorundadır. Sosyal devletin belki de en kritik insani görevlerinden birisi de, bireyin ‘’son nefesini’’ kimin vicdanına, hangi koşullarda emanet edeceğini yasalarla belirlemesidir…
Dr. H. İlker İpekdal 
İletişim: 0542-8529899