İnanmak istemiyorum ancak gerçekten soğuk bir iç savaşın içindeyiz.

Toplum ikiden fazla cepheye bölünmüş durumda.

Toplumun siyaset, hukuk, eğitim, kültür, sağlık ve her anlamdaki organizasyon ve yönetişim becerisi ortadan kalkmış durumda.

Bir siyasal partinin başkanlık seçiminde bile böylesi bir kavganın yaşanmasını şaşırtıcı bulmuyor musunuz?Aynı amaç için omuz omuza yürüdüğünüz arkadaşlarınızın bu hale gelmesin i doğru buluyor musunuz? Her şey sadece bir koltuk kavgası ya da makam ve mevki savaşı mıdır sanıyorsunuz?

Bence değildir!

Bir güç mücadelesi midir? Elbette değildir. Öyle olsaydı bu kadar moral bozucu olmazdı…

***

Hem iyi hem de kötü olan; hem kalkındırıp hem de birlik ve bütünlüğü zedeleyen uygulamaların olduğu bir sistemin bize iyi gelmesi mümkün müdür?

Mutsuz ve umutsuzluk hisleri zaten işlerin yolunda gitmediğinin açık göstergesinden başka hiçbir şey değildir. Para birimimiz döviz karşısında değer kaybettiği için, sağlık sistemimiz çöktüğü için, eğitimsizleşiyor olduğumuz için vs değil umutsuzluğumuz. Tüm bunların bizim dışımızda bir sistemsizlik görüntüsünde ancak yönetimi bizde olmayan bir üst sisteme bağlı olduğundan böyleyiz.

Bedensel engelli olup zihinsel problemi olmayan birisinin yaşamsal güçlüklerinden çok da farklı değil yaşadıklarımız anlayacağınız!

Daha somut mu konuşalım?

Adanın bölünmüşlüğü ve uzlaşılamayan Kıbrıs sorunu, bizleri yarım asırdır hep daha kötüye evriltti. Geriye düştük ve kendi irademizi kaybettik. Hiçbirimiz bundan memnun değiliz. Lakin yine de bu sistemsizlik içerisinde her birimiz kendimize küçük düzenler kurduk.Maddi/manevi nemalanma biçimlerimiz vazgeçilmez hale geldi. Şikayet ettik ama etmedik de…

“Burası KKTC” sözünü geliştirdik. Bu atasözü niteliğinde çok kıymetli bir söz kalıbıdır. Çünkü çaresizliğin çok açık ifadesidir.

Üretimden uzak düzenimiz, adanın kuzeyinin dünyadan kopukluğu, bu kopukluğun 30 yılı aşkın devam etmesinden sonra uluslararası olmak yolundaki Kıbrıs Cumhuriyeti’yle bireysel olarak bağlanma çabalarımızın bizlere sağladıkları ve bizi diğer bu hakka sahip olmayanlardan ayrıcalıklı tutan yönlerine sarıldık. Çocuklarımızın Avrupa okullarında okuma biçimlerinden seyahat özgürlüklerimize kadar pek çok alanda ve hatta Güney Kıbrıs’ta sosyalleşmeye kadar hazlarımıza sarıldık.

Bunlara sahipken diğer haklarımızdan vaz geçemedik.

Birileri bunlara göz yumarmış gibi görünse de alternatifler koydu önümüze. TC yurttaşlığı gibi… Biz bunu da teraziye koyduk. nemalanacaklarımızı kabul ettik bireysel anlamda.

Ve şimdilerde adına demokrasi dediğimiz sisteme müdahale edilmiş olması bizleri rencide edince değerlendirmelere başladık yeniden ve yeniden.

Nasıl olup da 100 metre karelik evlerden 500 metre karelik evlere sığamaz olduğumuzu sorgulamadık. Nasıl olup da ayağımızı yerden kesecek araçlar yerine üzerinde sürülecek yollarımız yokken süper lüks arabalara sahip olduğumuzu sorgulamadık.

Bunları “sahip olmak” sandık. Bunları “zenginleşmek” sandık.

Aslında dünyanın en yoksul ülkesiyiz eğer bir ülke kabul ediliyorsak.

Karın tokluğumuzun bile kendi elimizde olmadığı bu düzende, ülkeye gelecek ilaçların bile taahhütlere bağlı olduğu bu sistemde mutlu olmak mümkün mü?

Biz kendi üretimimizi yapmadığımız gibi, birilerinin bizim işçimiz, hizmetlimiz olduğunu düşünmek istedik. Üstelik onların ne insan hakkını düşündük ne de burada yaşayarak kazanmak isteyecekleri hakları.

Sonra onlar da bizden olduklarına inanmaya başladıklarında bölündük.

Ve tüm bölünmelere ek olarak bir de onlarla bölünmüş olduk.

Şimdi soğuk bir savaşın tam merkezindeyiz: Meclis bölünüyor. Kabine bölünecek. İnsanlar cepheleşecekler…

Bu soğuk savaş giderek ısınacak.

Ve işte o zaman gerçek taraflar belirlendiğinde karşılaşacaklarımız beni çok ürkütüyor.

Sizleri ürkütmüyor mu?

Dr. Çiğdem DÜRÜST