Sağlıkta kaos deyip durduk. Bu sefer kaos değil kıyamet geliyor. Sırat köprüsünden ilk geçecek olan kişi belli. Sağlık Bakanı! Peki neden kıyamet? Neden Sağlık Bakanı? Açıklamaya çalışayım

Kamu çalışanlarının ikinci iş yapamayacağı kanunlarla sabittir. Bundan olumsuz etkilendiğini düşünen, geçimlerini özel hastalarına bakmakla sağlayan, kamu ile ilişkisi olmayan hekimler, Serbest Çalışan Hekimler Birliği çatısı altında toplanarak, kamu görevlisi olan doktorların, özelde de hasta bakmak suretiyle sergiledikleri yasadışı tutumu mahkemeye taşıdılar. Yıllar süren mahkeme süreci neticesinde Yüksek İdare Mahkemesi, ‘’kamuda milat’’ olarak nitelendirilebilecek olan ‘’mandamus’’ emirini verdi. İlk defa bir meslek örgütü, konuyu yargıya taşıma cesareti gösterdi ve kamuda çalışan meslektaşlarının, özelden de gelir elde etmelerinin önünü kapattı.
 Bunu içine sindiremeyen sağlık statikosu (çetesi demek daha doğru olur), konuyu çarpıttıkça çarpıttı, ‘’iyileşmesi muhtemel hastaların kaybedileceği günler yakındır’’ dedi, özlük haklarımız yetersiz dedi (doğrudur ama devletin kanunlarına uymakla ne ilgisi var hala anlayamadım, beğenmeyen paşa paşa istifa edip çeker gider kamudan), baktılar bunlar tepki çekince, hastanelerin alt yapısı yetersizken biz çalışmak istesek de tam gün çalışamayız deyiverdi! Bu ‘’emekçi’’ kesim, ‘’sermeyaye değil, halka hizmet’’ derken, devletin amiral hastanesi etrafına konuşlanmış kamuyla ilişkili özel sermayecileri, beğenmedikleri dış sermayeye sessiz sedasız hizmet edenleri barındırıp el üstünde tuttuklarını unutuverdiler! Halk da bunu yedi(!) Yemedi tabii. Ama öyle bir baskı var ki halkımızın üzerinde, sesleri hala cılız çıkıyor! (Bu baskıya daha sonraki yazılarımda değineceğim). Bu sağlık çetesi baktı ki ‘’mandamus’’ ciddi! Sağlık Bakanı’nı koltuğundan edecek ve hatta hapse attıracak, o zaman sessizce ve hürmetle arkasından dolanıverelim dediler ve bir önceki hükümetin Bakanlar Kurulu’nu bilmem kaç defa meşgul ederek, anomalilerle dolu bir tüzük çıkardılar! Tüzük uyduruktu ama işe yaramıştı. Özel kliniklerde ve hastanelerde bahar rüzgarları yeniden esmeye başlamıştı!
Gelin görün ki, Anayasa Mahkemesi, tüzüğün dayandığı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Akıncı’nın onaylamayıp geri gönderdiği Döner Sermaye Yasası ile ilgili olarak, ‘’siz bu işi resmen ticarete dökmüşsünüz, olur mu böyle yasa’’ dercesine iptal ediverdi. Anomalili, büzük tüzük bu sefer ‘’güdük’’ de kaldı! Sağlıkta adeta çeteleşmiş olan statikonun imdadına bu sefer de seçim yetişti ve sular duruldu. Her şey unutulur gibi oldu. Seçim vaatlerinde mavi boncuklar sağlık için de dağıtıldı. Dağıta dağıta boncuklar bitti… Yeniden iş ciddiye bindi. Ve, korkulan oldu. Birkaç hafta önce, Sağlık Bakanı Besim, Serbest Çalışan Hekimler Birliği’nden gelen bir yazı yüzünden, o ‘’mendebur yaptırımla (!)’’, yüzleşmek zorunda kaldı. Medya bundan pek de haberdar edilmedi. Yazıdan haberdar olan (ya da haberdar edilen) Tıp-İş hareketlendi, Sağlık Bakanlığı’nın icraatlarını klasik bir dille eleştiren, alelacele bir açıklamada bulundu (16 Temmuz 2018). Sağlık Bakanı da, birkaç gün sonra, her ne hikmetse, kamu hekimlerin özelde hasta bakmaları ile ilgili tüzüğün 12 Ağustos 2018’de son bulacağını, özel bir röportajda açıklayarak (19 Temmuz 2018), aslında konuyu kamuoyunun önünde tartışmaya açmayı tercih etti ve 1 Eylül 2018’den itibaren, kamu hekimlerinin özelde hasta bakamayacaklarını ilan etti! Oysa ki bunu bilmesi gerekenler biliyordu zaten! Ve böylece, Sağlık Bakanlığı ile Tıp-İş arasında danışıklı dövüş başlamış oldu. İkinci iş kavramı, yine benzer taktiklerle kamuoyu önünde işlenecekti!
 Özelde hasta bakmanın başka yolları, statikonun fikir babaları tarafından yeniden masaya yatırılırken, diğer taraftan, Serbest Çalışan Hekimler Birliği, Anayasa Mahkemesi’nin aşağıdaki kararını, geçtiğimiz gün, Sağlık Bakanlığı, Anayasa Mahkemesi, Başbakanlık, Merkezi Mevzuat Dairesi ve Bakanlar Kurulu Genel Sekreterliği’ne gönderdi:
“Özel Hasta Bakma” tanımlaması içerisinde yer alan “özel” kelimesi, doktorların kamu hizmetindeki görevleri ile bağdaşan bir ifade olmadığı gibi, kişisel anlamda iş yapma veya kendine ait işi yapma anlamına geldiğinden, Anayasa Mahkemesinin daha önceki kararları ışığında, tefsir kuralında yer alan “özel” kelimesinin Anayasa’nın 1. ve 8. maddelerine aykırı bir düzenleme içerdiği açıktır.’’ Yani karar diyordu ki, kamu hekimi kamunun kadrolu personelidir, ‘’özel’’ hiçbir şekilde lügatında olamaz! Bitti!
Kim ne derse desin, bu sefer sağlıkta ciddi bir süreç kapıda! Kapalı kapılar arkasında, ciddi pazarlıklar yapılıyor ve bu pazarlıkların odağında, maalesef yine kamudan ‘’özele’’ kurulan köprünün yıkılmasının nasıl engellenebileceği tartışılıyor. Bu sefer, köprünün ‘’özel’’ ayağı ciddi sıkıntıda! İşte bu yüzdendir ki, dün Tıp-İş bir açıklama yaparak ilk grevin sinyalini verdi. Tıp-İş’in açık desteği ile başkanını seçen Kıbrıs Türk Tabipleri Birliği de, Sağlık Bakanı’nı eleştirir gibi yaptı. Eleştirilerin amacı, Sağlık Bakanı üzerinde baskı oluşturuyor görünmek! Tetiği çekilen tüm bu sürecin amacı, halkımızı yine, sağlıkta kaos çıkacak, doktorsuz kalacağım korkusuna sürüklemek! Bu kargaşada, yine bir şeylerden nemalanmak!
 Aslında, Sağlık Bakanı, seçim çalışmalarında kanunlara uymanın öneminden bahsedip durmuştu. Düzenin bu şekilde sağlanacağını vurguluyordu. Üstelik, yargı, sağlığa (hatta tüm kamuya demek daha doğru olur) sistemi yıllar öncesinden getirmişti ama bunu ne anlamak isteyen vardı ne de kanunlara uymaya niyeti olan! Kamu kamu idi, özel de özel. İş bu kadar basitti.
Ancak, hala çok hassas dengeler söz konusu. Sağlığın üzerine çöreklenmiş, çete kıvamındaki statiko, seçilmişle değil, atanmışla Bakanlığı yönlendirebileceğini düşünüyor! Diğer taraftan da, elindeki Tıp-İş ve Kıbrıs Türk Tabipleri Birliği kozunu hem kamuoyu hem de hekimler üzerinde oynama başladı bile!
 Bu yüzden, gerek topluma gerekse bazı hekimlere zarar verme ihtimali olan, agresif nitelikte olabilecek grevler, söylemler ve hamleler kara bir bulut gibi, ufuktan üzerimize doğru geliyor! Bu sefer, sağlıkta kaosun değil, adeta kıyametin ayak seslerini duyar gibi oluyorum. Kıyamet tüm sağlık paydaşları için aynı zamanda bir yargılama süreci de olacaktır. Bu ‘’yargılama’’ sürecinden alnının akı ile çıkacaklar, toplum menfaatinin ulviliğine ve hukukun üstünlüğüne ‘’inananlar’’ olacaktır!
(Not: Gerek kamuda, gerekse özelde, tıbbi etik ve ahlak kuralları çerçevesinde, mesleklerini fedakarane icra etme gayreti içerisinde olan tüm meslektaşlarımı bu yazımın içeriğinden tenzih eder, saygı ile selamlarım.)
Dr. H. İlker İpekdal