(2019 yılı 24 Nisan’ında ne konuşuyormuşuz diye bir baktığım zaman gözlerime inanamadım. İçilebilir suyun sağlığımızı tehdit etmesinden korkarken bugün nelerle başetmeye çalıştığımıza bakın…)

Su tartışması daha büyür mü?

Ülkemizde satışı devam eden bazı su markalarının içindeki bromat denilen kimyasal miktarının aşırı bulunması neticesinde, üretimin durdurulduğu haberleri ile gündem sarsıldı.

Oysa bizler çeşmelerimizden su içmiyoruz ki sağlıklı suya erişelim. Hem son 5-6 ay içinde hızla neredeyse iki katına erişen satış fiyatlarına katlanma nedenimiz de sağlık değil mi?

Çeşmelerimizden akan suyun, bedenimizle temas edişinin dahi sağlıksız olduğunu çok uzun süre tartışmadık mı biz?

Bu suyla yıkanılmaz bile dediğimiz zamanlar olmadı mı?

Ve bugün içiyor olduğumuz suyu tartışır noktaya gelmek, durumumuzun ne denli içler acısı olduğunu düşündürtüyor.

Ne yapalım?

Türkiye piyasasından daha da pahalıya gelen suyu mu tüketelim, yoksa geçip güneyden mi alalım içme suyumuzu?

Yerimizde siz olsanız ne yapardınız?

Geçtiğimiz gün, gazetelerdeki bu haberi okuyan her evde bir telaş yaşandığını, herkesin kullandığı markayı gözden geçirip emin olmaya çalıştığını görür gibiyim…

Elbette son derece normal bir tepkiydi bu…

Söz konusu olan su! Olmazsa olmazımız. Hayatta ve sağlıklı kalabilmemiz için en büyük gereksinimimiz!

Çünkü insan bedeni terleme, nefes, idrar ve bağırsak hareketleri nedeniyle su kaybeder. Kaybettiği suyu yerine koymazsa, sağlık dengesi bozulur.

Yapılan araştırmalar sağlıklı bir erkek bedeninin günde 3 litre, bir kadın bedeninin ise 2,5 litre suya ihtiyacı olduğunu ortaya koyuyor. Yani 19 lt.lik bir damacana 2n fazla 3 gün yetiyor bir aileye…

Az bir para değil bu.

Aylık en az 200-250 TLlik bir bütçe ayrılması gereken, yılda bir asgari ücretten fazla harcama yapılması gereken bir bütçe kaleminden bahsediyoruz.

Alın terimizle zehirlendiğimiz haberini almak, maddi manevi bizleri sarsmasın da n’apsın?

***

Doğal olarak su firmaları isyan etti!

Özellikle bir su firması ciddi bir açıklama ile devleti veya bu araştırmayı yapan kişi ve/veya kurumları ciddi anlamda sorgulayan anlayışla bizleri düşünmeye sevk etti.

İlgili firma diyor ki:

“1.Yasal hakkımız olmasına rağmen neden şahit numune tarafımıza verilip ikinci analiz yapılmasına fırsat verilmedi?

2.Üretim tarihi belli olmayan bu ürün nereden alındığı ve bu ürün kontrol dışı dolum mu yapıldı?”

Bunlar önemli sorular.

Dünyada ticari markaların korkulu rüyası olan dedikodu mekanizmasının, kaç dev markayı ekonomik yaşamadan sildiğini bilmeyen duymayan yoktur.

Ekonomik rekabet içerisinde, dedikodulardan zarar görmemek için tüketicilerin haklı olduğu hatta bazen haklı olmadığı şikayetleri bile değerlendirerek müşteri memnuniyeti için çabalanmasından dolayı tüketicilerin nasıl bu korkuyu kullanıyor olduklarını da biliyoruz.

İşin içine sağlık girince, bir de mesele KKTC meselesi olunca inandırıcı da olmuyor değil!

En azından inanmak, inanmamaktan daha kolay oluyor!

***

Firmanın soruları şaşırtıcı ve biz tüketicilerin de yanıtlarını merak ettiğimiz sorulardır.

Dahası firmanın süreci yasal haklarını da arayarak sorgulayıp sorgulamayacağını bilmek isteriz.

Özellikle bu soruları yöneltmiş olan Hediyem su, bromat denilen bu madde için daha devletin test yapmazken kendilerinin bunun testleri ve taramasını gerçekleştirdiğini; markaya kara çalmak isteyen bazı yetkililerin bunu bildikleri halde yine de Hediyem Su’nun itirazlarını dikkate almadığını, bunun altında başka bir art niyet bulunduğuna inandıklarını ifade eden açıklamaları çok ciddi sorgulamalardır ve devletin de bunlar karşısında sessiz kalmayacağını tahmin ediyoruz.

Bromat gibi bir maddenin suda bulunduğu, daha doğrusu yüksek oranda bulunuyor olması demek, böbrek, karaciğer ve sindirim sistemi üzerinde kansere yol açacak kadar ciddi tahribatlar oluşturacağı açıklamaları yapılıyor. Bunun boya ve benzeri kimyasalların üretiminde kullanılan birtakım asitleri içinde barındıran bir madde olması kafaları cidden karıştırıyor.

***

Tüm bunlara isyan edişlerimizin, denetimsizlik, insan sağlığını, yurttaşın her anlamdaki huzur ve güvenliğini hiçe sayan veya yeterince önemsemeyen bir otorite ile devleti yönetme anlayışımızın gelişmiş olması, bir türlü de bunun önüne geçemiyor oluşumuz olduğunu bir kez daha anımsamalıyız!

Asıl sorunun kim kime dum duma anlayışı olduğunu unutmayarak bir kez daha aslında meselenin ne olduğunu tartışmamız gerektiğini bilerek harekete geçmeliyiz!

Dr. Çiğdem DÜRÜST