KİM KAZANIRSA KAZANSIN FARK ETMEZ

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı sayın Erdoğan 19 Ekimde gerçekleşecek Cumhurbaşkanlığı seçimi için Kim kazanırsa kazansın farketmez diyor.

Ardından da ekliyor.Türkiyenin Garantörlük hakları bakidir.Hak ve menfaatlerimiz ortakdır.

Bu bir anlamda son 5 yıldır yürütülen 2 devletlilik politikasının devam edeceğinin işareti.

Türkiyenin Kıbrıs Türk halkı ile birlikte hak ve menfaatlerini koruyan en önemli doktrin olan Garanti anlaşması baki iken federasyon söylemi artık geçerliliğini yitirmiş seçim dönemlerinde bir kesim tarafından aynen Kıbrısta barış engellenemez sloganı ile birlikte seslendirilen seçmenden oy devşirmeye yönelik bir politik söylem olarak kalmıştır.

Çünkü Garanti anlaşması ile Federasyonun ayni yerde bulunamayacağını artık çok net biliyoruz.Federasyon olacaksa Garanti anlaşması ,Garanti anlaşması varsa Federasyon olmayacaktır.

Federasyon görüşeceğiz dediğiniz karşı tarafın Garanti anlaşması konuşundaki duruşu nettir ve olası bir anlaşmda ortadan kalkmasını Türk askerinin adadan gitmesini istiyor. Buna karşılık Kıbrıslı Türklerin büyük bir çoğunluğu Türk askerinin adada kalmasını ve Garantilerin sürmesi taraftarıdır.

Yapılan anketlerde bunu gösteriyor.Kıbrıslı Rumlar yerleşim haklarında kısıtlama ve anavatanların garantisi olmayan bir federasyona yüzde 87, Kıbrıslı Türklerin tanımladığı federasyona ise yüzde 28 destek belirtirken; Kıbrıslı Türklerin yüzde 66’sı federasyon tanımında “yerleşim haklarında kısıtlamaların ve anavatanların garantisinin olmasını” istiyor.

Şimdi tüm bu gerçekler ortada ve son elli yıldır bu konuda federasyon görüşen Cumhurbaşkanlarının da bir şey elde edemedikleride görülmüşken şimdi yine bir seçim döneminde pişirilip önümüze konulan federasyonu karşı taraf ile nasıl konuşacaksınız.

Kaldı ki Federasyonu en çok isteyen sayın Talatın ve sayın Akıncınında görev süreleri sonunda söylemiş oldukları ve Rum uzlaşmazlığını anlatan hayal kırıklıkları ve sözleri hala hafızalarımızda tazeliklerini koruyor.

Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasında imzalanan ve 16 Ağustos günü yürürlüğe giren ve Türkiyeye adaya müdahale hakkı veren Garanti anlaşması var olmasına rağmen Rumlar yinede bu anlaşmayı defalarca ihlal ettiler.Onları tek korkutan şey Türkiyenin müdahale hakkıdır.Onuda federasyon ile ortadan kaldırırsak tüm Kıbrısa hakim olma emellerinin önünde hiçbirşey kalmayacağı açıktır.Bu gerçeği görmezden gelemeyiz.

Rum tarafının işgalinde olan Kıbrıs Cumhuriyeti bizzat Garanti Antlaşması’nın garantörlerinden birisi olmasına ve devletin bağımsızlığı, toprak bütünlüğü ve güvenliğini sürdürmeyle birlikte, Anayasa’ya saygılı olmayı taahhüt etmesine rağmen bunu defalarca ihlal etmiştir.

Kıbrıs ayrıca bir başka devlet ile kısmen veya tamamen bir siyasi veya ekonomik birliğe katılmama sorumluluğunu da üstlenmiştir.Gelin görün ki bunu da ihlal ederek AB 'e katılmıştır.

Makarios, EOKA’nın kuruluşunun sekizinci yıl dönümünde, Ada’da bağımsız bir devlet kurulmasının ENOSIS’e giden yolda bir ileri hamle olacağını düşündüğü için Londra Antlaşması’nı imzaladığını açıkça ifade eden bir Cumhurbaşkanıdır.

Bu düşüncenin doğal bir tezahürü olarak, Makarios’un Türkler ile Rumların birlikte kurduğu Cumhuriyet ve Antlaşmalara sadakat konusunda duyarlı davrandığını söylemek güçtür.

Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edildikten sonra Makarios, yeni devleti mevcut haliyle yaşatmaktan ziyade ENOSIS’e engel olabilecek Anayasa hükümlerinden ve İttifak ve Garanti Antlaşmalarından kurtulma gayreti içerisine girmiştir.

1963 yılından itibaren Kıbrıs’ta “devletin işleyiş düzenini defalarca ihlal etmiştir. Anayasa’nın değiştirilemez nitelikteki maddelerini değiştirme girişiminde bulunmuş ve Türk temsilcilerin katılamadığı organlarda Anayasa’ya aykırı olarak alınan kararları uygulamıştır.

Garantörlerden bir başkası olan Yunanistan, Makarios’un eylemlerine karşı çıkmadığı gibi açık veya örtülü şekilde destek vermiştir.

Yunanistan’ın tutumu nedeniyle garantörlerin “ortaklaşa” harekete geçmesi mümkün olamamıştır. Diğer bir garantör ülke olan İngiltere bu ihlaller karşısında hiçbir zaman ciddi anlamda tepki göstermemiştir.

Türkiye, 15 Temmuz 1974 tarihinde Makarios’a karşı yapılan ENOSIS amaçlı darbeyi takip eden 20 Temmuz günü Barış Harekâtı’nı başlatırken bunu Garanti Antlaşması’nın kendisine verdiği hukuki hakka dayandırarak yapmıştır.

Bunu Yunan resmi makamları da kabul etmiştir.Güvenlik Konseyinin 1781 sayılı oturumunda bu ifade yer almaktadır.

Bir başka Yunan resmi kurumu Atina Temyiz Mahkemesi, Yunan askerî yetkililerin yargılandığı dava kapsamında verdiği 21 Mart 1979 tarih ve 2658/79 sayılı kararında, “Zürih Antlaşması gereği bir garantör ülke olan Yunanistan’ın Ada’da bir darbe tertipleyerek, Kıbrıs’ın anayasal statüsünü ortadan kaldırdığını ve Türklerin bu eşsiz fırsattan yararlanarak Kıbrıs’a yönelik askerî harekât başlattığını” ifade etmiştir.

Tarihsel süreçi bir tarafa bırakıp günümüze geldiğimizde, Kıbrıstaki Garanti Antlaşması konusunda, birkaç önemli konunun daha açıklanması özel öneme sahiptir.

Bunlardan birincisi, BM Şartı ile uluslararası barış ve güvenliğin korunması sorumluluğunun BM Güvenlik Konseyine verildiği dikkate alındığında devletlerarası garanti antlaşmalarına olan ihtiyacın ne ölçüde devam ettiği konusudur.

Yaşanılan tecrübeler çerçevesinde, BM Güvenlik Konseyinin “veto” yetkisine sahip beş daimi üyesinin farklı milli menfaat hesapları yüzünden, uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden olaylara müdahale kararı alması konusunda, ortak karar almalarının çok zor olduğunu söylemek mümkündür.

Güvenliği tehdit edilen ülke, veto yetkisine sahip daimi üyelerin menfaat ilgi alanı dışında ise zorluğun derecesi bir o kadar daha fazla artmaktadır.

Gazze de süren katliamlara dur demek için yapılmak istenen ateşkes konusuda veto hakkını kullanan ABD bunun örneğidir.

Diğer taraftan daimi üyelerin bazen bizzat kendileri askerî güç kullanma girişiminde bulunabilmektedir.Bu nedenle, güvenliklerine tehdit algılayan ülkelerin, BM’den ziyade büyük devletlerden birisinin garantisini daha güvenilir bir seçenek olarak gördüklerini söylemek mümkündür.

BM Güvenlik Konseyinin varlığına rağmen İkinci Dünya Savaşı bittikten sonra, üye ülkelerin ortak savunma yükümlülükleri altına girdikleri ikili ve çok taraflı savunma ittifakları kurulmuştur.

1945 yılında garanti kayıtları da içeren ikili ittifak antlaşmalarının sayısı 840 iken (66 ülke arasında) bu sayının 2000 yılında 3.132’ye yükseldiği (191 ülke arasında) açıklanmıştır.

BM Güvenlik Konseyinin imajı Kıbrıs’ta da pek farklı olmamıştır. BM Güvenlik Konseyi, 4 Mart 1964’te, Kıbrıs’ta Barış Gücü konuşlandırma kararı almış ancak Nisan 1964’te tam harekât yeteneği kazanmış ve tabii ki çatışmaları önleyememiştir .

Özellikle karma köy ve mahallelerdeki Türkler güvensizlik nedeniyle evlerini terk ederek, Yeşil Hat’ın Türk tarafında oluşturulmuş kamplara yerleşmişler ve çok zor şartlar altında yaşamaya başlamışlardır.

Günümüzde ülkeler arasında hâlâ savunma ve ittifak antlaşmalarının yapılmaya devam ediliyor olması, BM Güvenlik Konseyine güvenlik konusunda yeterince güven duyulmadığının bir tezahürüdür.

Bu arada güvenlik konusunda AB bize yeter diyenlere de duyurulur.

Bir tek bu yönleri ile bile Garanti anlaşmasının Kıbrıslı Türkler için ne derece hayati öneme sahip olduğunu görebiliriz.

Bir anlaşma için sıfır asker sıfır garanti diyen Rum tarafı ile yukarıda belirttiğim bu dünya gerçekleri ortada dururken nasıl ortaklık yapılabileceğini Kıbrısta barışın federasyondan geçtiğini söyleyen kesimlerin bunu Kıbrıs Türk halkına açıklama zorunluluğu vardır.

Artık hayal satmaya gerek yok .

Çünkü Kıbrıs Türk halkı artık federasyon diyerek oyalanmak, göç etmek, kamplarda yaşamak ve katliamlara uğramak istememektedir.