İddiam şudur:

Haklılık ve haksızlık meselesine takılarak sonuçta ne yaşadığımızı görmezden gelişimiz Kıbrıslı Türk usulü siyaset yapmaktır.

  1. Kim haklı, kim haksız tespiti peşinde koşmak;
  2. Karşımızdaki haksız ise eleştirme hakkımız daha fazla olduğundan eleştiriyle ona yüklenmek;
  3. “Şunu neden yapmadın?” sorgulamasıyla doğru olanı yapmayı beceremediğine vurgu yapmak;
  4. Mümkünse karşı tarafın hatasını düzeltmesini beklemek.

İşte siyaset yaparken uygulanan basamaklarımız. Meclisteki siyasette de sokaktakinde de hep bu var.

Oysa gözümüzden kaçan bir gerçek var ki, sonuca giden yolda üstlenilmiş olan inisiyatif pek çok değişime alan açan bir olgudur. Bu da aslında suçun bir kısmının bizde olduğu gerçeğini açığa çıkarır ki, besbelli, bunu düşünmek bizi ürkütüyor.

Hem seçmen olmamız hasebiyle bunu örneklendirmek mümkündür, hem de Meclis’teki Tufan Erhürman ile Başbakan arasında iki gündür konuşulan komik diyalogda…

Demek istediğim şudur ki, eleştirmekte olduğumuz siyasetçilere verdiğimiz yetkiler nedeniyle bugün olan bitenler yaşanıyor. Bizlerin de suç oranlarımızı bulmayı bilmeliyiz. Hesaplayabilmeliyiz.Tıpkı Tufan Erhürman’ın Ersin Tatar’la olan diyaloğunda başbakanı, kabineyi ve devletin işleyişinieleştirirken muhalefet olarak kendi sorumluluğu olduğunu unutmaması gerektiği gibi.

Örnekler elbette çok artırılabilir.

Oysa biz, hiçbir şekilde suçta payımız olmadığı öngörüsüyle hareket ediyor, siyaset yapma eylemimizi de bu mantıkla gerçekleştirerek kendimizi aklamış oluyoruz.

Ne dersiniz?

***

Aslında bir şeyi eleştirirken, eleştirdiğimiz şeyin yanlış olduğunu ilan etmeyi hedefleriz. Ve bu yanlışın düzelmesini istiyoruz demektir. Oysa her zaman bir şeyin düzelmesi, çoğu zaman onu bozanın tek başına yapabileceği bir şey değildir.

Hatta belki de bozanın hiç el sürmemesi halinde düzeltilebilecek olanlar bile vardır.

Yine de eleştiren, kendisini eleştirdiği şeyden uzak tutmaya gayret ederek hiç bulaşmamayı hatalı bir şekilde uygulamayı ve bu sürede de eleştiriye devam etmeyi, karşıya tüm yükü aktarmayı tercih eder.

Maalesef bu durum akıllıca ama işlevsizdir.

***

Dünyada genellikle az gelişmiş kültürlerde görülen bu durum bizim de hastalığımızdır. Bu hastalık, eleştirilen durumdan kendini azat etme durumudur ki mantıklı düşünen akılcı yaklaşabilenler eleştirmenin tek başına siyaset yapmak anlamına gelmeyeceğini akıl etmesi gerekir.

Bu tıpkı alkol almış birisinin sarhoş olduğunu kabul etmemesi gibidir. Ya da ruhsal sorunları olan birisinin aslında kendisinin belki de hasta olduğunu bilmemesi, anlayamaması gibi…

Ruhsal sorunlar açısından veya psikolojik sağlamlığı güçlü olan insanlar açısından konuya bakıldığında sorumluluk almayı becerebilen insanların çok daha kolay rahatlayarak iyileştikleri dikkat çeker.

Yani buradan hareketle muhalefetimizin de biz seçmenlerin de kendimizi temiz korumak adına eleştirdiğimiz noktalara dokunmaktankorkuyor oluşumuz bir tür sorumluluk almama halidir ki, o zaman hastalık halimizin devam etmesinin sebebi de budur…

Bu da baştan beridir, çözüm ortaya koymak yerine durum tespiti yaparak çok şey bildiğini gösteren, çok şey bilenin çok iş yapabileceğine toplumu inandırmaya çalışan partilerin ve siyasetçilerin boş meydanda at koşturmalarını açıklamasıdır.

Demek ki soru şu olmalıdır:

Amacımız nedir?Ne istiyoruz?

Hayatımızda bazı şeyler istediğimiz gibi gitmediğinde bizler bu istenmedik durumlarla nasıl başa çıkacağımızı deneyimleyerek öğreniriz.

Sürekli ve çok fazla uyumanın ne kadar kötü bir şey olduğundan bahseden birinin her gün çok uyumaya devam etmesi bir çelişki olmaz mı?

Dr. Çiğdem DÜRÜST