16 Ağustos 1960’da Londra ve Zurih anlaşmaları sonucunda Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu.

Kıbrıs Cumhuriyeti,” içinde iki toplumu yani Türk ve Rum toplumlarını barındıran “Birleşik bir Kıbrıs’tı.”

Federasyon yada Konfederasyon değildi.

Uzun aylar müzakere edilen ve çok tartışmalı geçen bir sürecin eseriydi. Sadece Anayasa ile ilgili hazırlık 18 ay sürmüştü.

Paylaşım ve yönetim Yüzde 70 Rumlar ile 30 Türk oranı üzerine kurulduydu.

Cumhurbaşkanı Makarios ve yardımcısı Dr. Fazıl Küçük’tü.

7 Rum Bakan’a karşılık 3 Türk Bakan vardı, Türk ve Rum seçmenler 6 ilçede Temsilciler Meclisi üyelerini kendi içlerinden seçiyorlardı.

Meclis’te alınacak kararlarda azınlıkta olan Türk milletvekillerinin de bir kısmının oyu gerekiyordu. Dışişleri, savunma ve güvenlik konularında alınan kararlarda başkan ve yardımcısının veto hakları vardı.

  1. ve Rum Cemaat Meclisleri de oluşturulduydu .Yüzde yetmiş yüzde otuz oranına göre 15 Türk ve 35 Rum temsilci vardı.

Bir “Cumhuriyet” altında iki halk birleşmişti.

  1. karma ikamet vardı. İki halkın kendilerine özgü kültürel özelliklerinden kaynaklı, kendilerini ilgilendiren işlerini kendilerinin yürütmesi için kendi içlerinde “Cemaat Meclislerini” oluşturmuşlardı.

Türk seçmenler 30 kişilik Cemaat Meclisi üyelerini Lefkoşa, Mağusa, Baf, Limasol, Larnaka ve Girne’den seçiyorlardı…

Peki bu Cumhuriyet neden yaşamadı?

Çünkü;

Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Makarios 30 Kasım 1963’de 13 maddeden oluşan Anayasa değişikliğini ortaya koymuştu.

- Bunlar arasında Anayasanın değişmez maddeleri,

-Kıbrıs Türk'ü olan Başkan Yardımcısının (Dr. Fazıl KÜÇÜK) veto hakkının ortadan kaldırılması,

-Temsilciler Meclisinde ayrı çoğunluklar ilkesinin ortadan kaldırılarak kararların basit çoğunlukla alınması,

-Ayrı Belediyelerin ortadan kaldırılması gibi maddeler de bulunmaktaydı.

Doğal olarak bu değişiklikler Türk tarafından kabul görmedi.

Sonra ne mi oldu?

Rum Hükümeti, zor kullanarak Kıbrıslı Türk Milletvekillerini Temsilciler Meclisinden uzaklaştırdı, sonra sadece Rum Milletvekillerinin oyu ile uluslararası hukukta geçerliliği olmayan Gereklilik Yasası’nı (Law of Necessity) geçirdi.

Sonra da bu yasanın arkasına sığınarak 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nı tek taraflı olarak sadece Rum Milletvekillerinin oyları ile değiştirdi.

  1. Türkleri, kurucu ortaklıktan, azınlık statüsüne düşürdü.

24 Aralık 1963 tarihinde Kanlı Noel olarak bilinen saldırılar başladı. 364 Kıbrıslı Türkü şehit edildi.

Barış ortamının bozulması, çatışmaların artması ve Türk parlamenterlerin meclisten uzaklaştırılması sonucu ortaya çıkan kaos ortamında, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK-ABD, Sovyetler Birliği, Çin, İngiltere ve Fransa) 04 Mart 1964 tarihinde oybirliğiyle 186 sayılı kararı alarak Anayasasına ve Kuruluş Anlaşmalarınada aykırı olan sadece Rumlardan teşkil edilmiş Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümetini, adanın yetkili ve sorumlu hükümeti olarak, de facto tanıdı.

Böylelikle 04 Mart 1964 tarihinde Kıbrıslı Rumlar için de sorun bitti.

Sonra Yunanistan 21 Nisan 1966 tarihinde, Kıbrıslı Türklerin sindirilerek Kıbrıs’ı Yunanistan'a bağlama amacı güden Akritas Planı’nı devreye soktu.

Bu plana göre Türklere yapılan baskılar arttı, 1967’de Rum saldırıları tekrar başladı. 1957, 1962’den sonra 1967 yılında da Kıbrıslı Türklerin önemli bir bölümü evlerini topraklarını terk ederek güvenli bölgelere göç ettiler. Yunanistan, ayrıca bu arada 15 bin yunan askerini adaya çıkardı.

Şimdi özellike Kıbrısın Kuzeyinde ve çoğunluklada Türkler tarafından seslendirilen Birleşik Kıbrıs konusuna gelirsek.

Birleşik Kıbrıs isteyen bu gruplar yada örgütler yukarıda yazdığım risklerin önüne geçebilecek ne gibi bir güce sahipler yada kime güvenerek bu istenci yüksek perdeden seslendirebiliyorlar ki Kıbrısta kalıcı barışın seslendirdikleri şekilde bir birleşik Kıbrıstan geçtiğini düşünebiliyorlar.

1960 ‘da kurulan Kıbrıs Cumhuriyetide birleşik bir Kıbrıstı ve yaşananlar ortada iken yukarıda yazdıklarımın önüne geçebilecek ve bir kez daha yaşanmamasını sağlayacak bu adada son 46 yıldır süren barış ortamını bozmayacak nasıl bir yöntem düşünüyorlar ve tüm bunların yaşanmasına sebep olana bir kez daha yaşanmasını engelleyecek nasıl bir yaptırım uygulanmış ki tekrar birlesik Kıbrıstan bahsedebiliyorlar.

Bu sorulara verecekleri dürüst cevaba kendileri inandıkları ve bunu toplumlada paylaştıkları gün daha inandırıcı olabileceklerine inanıyorum.Yoksa bundan sonra onların istedikleri anlamda Birleşik Kıbrıs bir ütopya olarak kalmaya devam edecek.

Yeni dönemde Türkiye’nin garantisi yerine AB garantisi gündeme getirilmektedir. Yakın tarihte Avrupanın ortasında Eski Federal Yugoslavyada yaşananlar önümüzdeyken, 2004‘de Annan Planındaki çözüme hayır diyen Kıbrıs Rum Kesimini tam üye yapan, referandum sonrası yaptırımları kaldırmayan, Kıbrıslı Türklere referendum öncesi verdiği sözleri unutan AB’ye ne kadar güvenilebilir?

Yeni bir yönetim, yeni bir yapı ve hatta yeni bir evlilik dahi bazı riskler içerir.Türkiye dâhil, hiçbir kesim, ileride yeni bir 1974 yaşanmasını istememektedir. 1960’da bir Türkün Başkan Yardımcısı olmasını, Annan Planında ise dönüşümlü olarak Başkan olmasını kabul edememiş olan Rumlar, 1960 anayasal düzenini ve 2004 Annan çözüm önerisini kabul etmemişlerdir.

Batılı ülkelerin, Kıbrıs’ı tekrar birileştirmek için ortaya koyduğu bu telaşı ve gayreti anlamak mümkün değildir. Tüm dünyayı bölmeye çalışan güçler, kültürü farklı, dini farklı, lisanı farklı, kendi arasında savaşmış , halen 46 yıldır ayrı ve huzur içinde yaşayan iki halkı neden birleştirmeye çalışmaktadırlar?

Hemen herkesin aklını kurcalayan soru ise, birleşince ne değişecektir? Hayat daha mı güzel olacak, bugünkü barış ortamı daha da mı barışçı olacak?

Son söz olarak ;

Kıbrıs Rum yönetimi lideri Tasos Papadopulosun Annan planı referandumu öncesi, televizyonda ağlayarak yapmış olduğu konuşmasının metni ile bitirelim;
"Bugün ve Kıbrıs'ın yarını için karar vereceksiniz, neslimiz için karar vereceksiniz. Gelecek nesiller için karar vereceksiniz. Yargınıza itimatım var. Sahte ikilemlere girmeyeceğinizi, tehditlerden korkmadığınıza inanıyorum. (Son şans) diyenlere inanmadığınızı biliyorum. Rum halkı seni 24 Nisan'da güçlü bir (hayır) demeye davet
ediyorum. Adaleti savunmanı, onurunu savunmanı istiyorum.
Ben Annan planının kabul edemem, bu şekilde imzalayamam. Ben bir devlet teslim aldım, bir toplum teslim etmeyeceğim. Halkın emri ile iktidara geldim. Bana Annan planı temeline bir çözüm bulma görevi verildi. Ama bana halkım herhangi bir çözümü imzalamak yetkisi vermedi. Adil olmayan bir çözüme, çözüm olsun diye (evet) dememiz isteniyor. Annan planında tatmin olmadığımız birçok unsur bulunuyor. Nihai Annan planından bir uzlaşma sonucu ortaya çıkmadı’’