Tayfun Özkaya
Seferihisar kapalı pazar yerinde uzun masa sıralarının iki yanında köylüler ve kendi ihtiyaçları için bahçe yapanlar küçük tohum zarfları içinde yerel tohumları takas ediyorlardı. Komşumuz Yunanistan dâhil birçok ülkede on yılları aşkın bir süredir yapılmakta olan tohum takası etkinliklerine İzmir öncülük ediyor.

Seferihisar Tohum takas şenliği Torbalı’da gerçekleşen takas şenliğinden sonra Türkiye’deki ikincisi oldu. Bir araya gelen Seferihisar, Karaburun, Mordoğan, Urla belediyeleri, Ziraat Mühendisleri Odası İzmir şubesi, Yadem (Yağcılar ve Demirciler Çevre Derneği, Karaot Köyü Tohum Derneği, Ekolojik Üreticiler Derneği, Slow Food Dernekleri, GDO’ya Hayır Platformu ve Köy Kalkınma Kooperatifleri İzmir Birliği bu güzel şenliği gerçekleştirdi. Şenliğe Türkiye’nin birçok yerinden kişiler ve örgütler katıldı. Şenliği önlemek için bazı çevrelerden yapılan çabalar boşa çıkarıldı. Yerel tohumların kaybolması ile ilgili toplumsal rahatsızlığın hayli yüksek olması bu örtük çabaların daha da sürdürülmesini çok kısıtladı. Arkasından Çanakkale’nin Bayramiç ilçesinde yapılan üçüncü tohum takas şenliği de çok başarılı oldu. Belediye ve Bayramiç permakültür grubu hem yerel tohuma destek çıkıyor hem de Kaz Dağlarında hayatı bitirecek olan siyanürlü altın üretimine karşı mücadele ediyor. Bu takas şenlikleri sayıları artarak devam ediyor. İzmir merkezli Ulusal Tohum Takas Merkezi ise internet üzerinden yerel tohum mücadelesine destek veriyor.

Panellerde konuşan köylü kadınlar yerel tohumların ürünlerinin lezzetli olduğunu söylediler. Bunların kimyasal tarım ilaçları, kimyasal gübreler olmaksızın ve sulanmadan yetiştirilebildiğini ve daha çok para kazandırabildiğini dile getirdiler. Bayramiç’te yerel buğday tohumu sarı buğday verimde henüz şirket tohumlarının üstüne çıkamasa da kalitesinden ve lezzetinden dolayı diğer buğday çeşitlerinin dört hatta sekiz misli fiyata satılabiliyor. Bu fiyatı verenler zengin kentliler değil, fiyat yerel pazarlarda oluşuyor.

Türkiye’nin bir kısmı dünyada tarımın on bin yıl önce ilk defa geliştirildiği verimli hilal denilen bölgenin bir parçasını oluşturuyor. Buğday ilk defa ülkemizde çeşitli otların ıslah edilmesi ile başta kadınlar olmak üzere insan eliyle geliştirildi. Seferihisar’da panelde konuşan Cenk Durmuşkahya Hititlerin buğdaya ziz dediğini açıkladı. Bolu ve Kastamonu’da yetiştirilen bir yerel buğday çeşidinin adının da ziza olduğu bir katılımcı tarafından söylendi. Sözcüklerin benzerliğine dikkat çekildi. İşte beş yıl önce kabul edilen tohum kanunu bu on bin yıllık zenginliğimizi yok edecek gibi görünüyor. Bu şenlik bu gidişe bir dur deme çabasıydı. Benzer bir kanunu Irak işgalcilerin eliyle kabul etmek zorunda kalmıştı. Bu zulmü bizde kendi meclisimizin başlatması kabul edilemez ve bu yasa değişmelidir.
On bin yıl önce bereketli hilal denilen bölgede muhtemelen bir kadın barınağına dönerken sendeledi ve elindeki tohumlardan bir kısmı yere döküldü. Daha sonra buğdayın atası olan bu bitkiler çimlendi ve tarım denilen ve iyisiyle kötüsüyle uygarlık denilen süreci başlatan büyük buluş başlamış oldu. (Madeley, 2002,1) Modern buğdayların atası olan ve ülkemizde kaplıca olarak bilinen (T. monococcum) einkorn hala dağlık bölgelerde yetiştirilmektedir. On bin yıl önceki genetik materyalden bugünkü çeşitlere geçişte o günlerden bugüne gelmiş geçmiş çiftçilerin yaptığı seçilimin önemi inkâr edilemez. Bu uzun konuya sadece buğdaydan ve sadece bir özellik için bir örnek verelim. Tarım devrimi başında, aslında yabancı ot olan buğdayın ataları olgunlaşınca başakları çatlayarak tohumlarını yere saçıyordu. Bu şüphesiz hasadı olanaksızlaştırıyordu. Çiftçiler bu başaklar arasında çatlayıp tohumlarını saçmayanları seçmek suretiyle on bin yıl süren bir ıslah sürecini başlatmış oldular. Bütün bu buğday, arpa, çeltik ve diğer bitkiler binlerce yıllık bu tarım devrimi içinde tohumun içine yataklanmış olan büyük ve zengin çiftçi bilgisini temsil etmektedir. Modern bitki ıslahçıları bunu bazen unuturlar ve kendilerini yeniliklerin ve fikri mülkiyetin tek kaynağı olarak görürler.

(Douthwaite, 2002,171)
1960 sonrası yeşil devrim diye adlandırılan süreçte çiftçiler tohumlar üzerindeki güçlerini kaybetmeye başladılar. Daha sonra büyük ulusötesi firmalar tohumlar üzerindeki hegemonyalarını arttırdılar. Bu sürecin ekolojik, ekonomik ve sosyal maliyetinin hayli ağır olduğu anlaşılmaya başlanmıştır.
Dünya tohum ticaretinde büyük bir tekelleşme eğilimi görülmektedir. Önde gelen on tohum firmasının dünya ticari tohum pazarındaki payı %57 olmuştur. İlk firmanın payı yaklaşık beşte birdir. Bu firma aynı zamanda GDO’lu tohum da üretmektedir. Bu firmaların çoğu aynı zamanda tarım kimyasalları veya ilaçları dediğimiz herbisit (ot öldürücü), fungisit (mantar öldürücü), insektisit (böcek öldürücü) üreticileri ve satıcılarıdır. Tarım kimyasalları üretiminde ise on firmanın payının %84 olduğu görülmektedir. Tohum firmalarından ilk onda yer alan firmaların beşi aynı zamanda tarım kimyasalları üreten ilk on firma arasındadır. (ETC Group, 2005 ve 2006)
Tohum piyasası tekeller ile büyüme eğilimi göstermesinin yanında, tarım kimyasalları ve GDO araçlarının birlikte kullanılması firmalara bir çarpan etkisi de kazandırabilmektedir. Firmaların tohum çeşitlerinin ancak kimyasal ilaç ve gübrelerle yetiştirilebilecek özellikte ıslah edilmeleri çiftçileri tarım ilaçlarını almaya zorlamaktadır. GDO’lu tohumlar bu firmalara daha da üstün yeni bir güç kazandırmaktadır. Örneğin GDO yöntemleriyle herbisite dayanıklı bir mısır çeşidi geliştirilmektedir. Ancak kullanılacak herbisit firmanın marka herbisitidir. Dolayısıyla tohum ve herbisit beraberce pazarlanmakta, birbirlerinin satışını arttırmaktadır.

Ulusötesi bu dev firmalar böylece tohum, tarım kimyasalları ve GDO’yu birlikte kullanarak tarım alanında tarihin tanık olmadığı bir hegemonyaya doğru gitmektedirler. Ancak bu başarılarının sağlamlaşması için tarım politikalarını ve yasaları da (tohum yasası bunlardan biri) istedikleri yönde oluşturmaya çalışmaktadırlar.
Bütün dünyada yerel tohumlar kaybolmaktadır. ABD’de birçok sebze tohumu çeşidi yüzde 95’lere kadar varan oranlarda yeryüzünden silinmiştir. Geriye şirket tohumları kalıyor. Genellikle yerel tohumlar dağ köylerinde kalmıştır. Ova köyleri endüstriyel tarıma ve şirket tohumlarına epeyce teslim olmuştur. Şüphesiz şirket tohumlarının yayılmasını açıklayan birçok neden var. Ancak şirket tohumları ile yapılan endüstriyel tarımın (kimyasal tarım ilaçları ve kimyasal gübrelerle yapılan tarım) geleceği yok. Topraklar kirleniyor, kanser ve diğer hastalıklar insanları sapır sapır döküyor. Diğer yandan küresel iklim değişikliği yerel tohumları her bakımdan üstün hale getirebilir. Çünkü yerel tohumlar iklim değişikliklerine daha çabuk uyum gösterebiliyor. Bu tohumları da genellikle yaşlı kadınların sakladığı görülüyor. Bunlardan biri öldüğünde bütün tohum sandığının çöpe dökülmesi işten bile değil. Bu nedenle yerel tohumların kaybolmalarını önlemek için zamanımız daralıyor.

Şirketler tohumlara sahip çıkıyor. Patent bunlardan biridir. Hâlbuki “yaşam patentlenemez”. Patent, tohum çeşitlerini, yani yaşamı metalaştırmak demektir. Bu tohumları para ile satmaktan farklı bir şeydir. Birileri çoğalttıkları tohumları satabilirler. Patentte ise şirketler belli bir çeşit üzerinde fikri mülkiyet hakkı istiyorlar. O tohum çeşidi onların oluyor. Sanayiden örnek verelim. Bir şirket diyelim ilk kez faks makinesi geliştirdi. Bu makine daha önce yoktu. Şirket bu makine üzerinde fikri mülkiyet hakkı iddia edebiliyor. Bunu bir dereceye kadar anlayabiliyoruz. Bir parantez açalım. Bu görüş bile eleştiriliyor. Faks makinesini geliştirmek için mutlaka başka bilgilere ihtiyaç var. Bu bilgileri üretenler bunlara karşı hiçbir bedel talep etmiyorlar. Ayrıca bu fikri mülkiyet hakları tüm insanlığın çıkarlarına aykırı olabiliyor. Aids ilaçlarının patentlenmesi ile ilgili tartışmaları hatırlayın. Tekrar konumuza dönersek, hayata ait olan on bin yıldır binlerce kuşak köylü tarafından geliştirilmiş tohum çeşitlerini ele alarak, ona birkaç gen sokarak veya çıkararak nasıl şirketler bu tohum çeşitleri ve genleri üzerinde fikri mülkiyet hakkı (yani patent) iddia edebiliyorlar? Bunun anlamı hayatın yağmalanmasıdır.

Büyük tohum devleri halen gelişmekte olan ülkelerin yerel tohumları ile ülkelerin kamu kuruluşlarına ait gen merkezlerindeki tohumlara istedikleri gibi el koymuşlardır ve koymaya devam etmektedirler. Buna biyokorsanlık diyoruz. Bir ABD firması Hindistan’ın basmati çeşidi pirincine el koyarak kendi adına patent çıkartmıştır. (Gaia/Grain, 1998)
Köy çeşitleri, köy popülâsyonları, köy ekotipleri bütün dünyada büyük bir önem kazanmakta. Bunlara İngilizce heirloom deniyor. Bunlara atalık tohum denmesi önerilmektedir. Şirket tohumlarına ise köylüler satın tohum demekte. Tohum ve hayvanlar bütün bir insanlığa aittir. İtiraz ettiğimiz şirketlerin bunlara sahip çıkma çabalarıdır. Yoksa domates, biber, patlıcan, tütün gibi birçok bitki Anadolu’ya Amerika’dan geldi. Domatesin gelişinin üzerinden henüz 100 yıl geçti. Patlıcan ve biberin ise 300 yıl önce geldiği tahmin ediliyor. Diğer yandan on bin yıl önce Anadolu’da geliştirilen buğday buradan bütün dünyaya yayıldı. Kim bunların üzerinde hak iddia edebilir? Bunlar bütün bir insanlığa aittir. Bizim yapacağımız yerel tohumların kaybolmadan üretilmesi ve gelişmesini sağlamaktır. Yerel tohumlarımızın kaydının devletin yanında çeşitli düzeylerde ve özellikle çiftçi ve çevre örgütleri elinde tutulması son derece önemlidir. Bunların olabildiğince özellikleri kaydedilmeli, yapılabildiği ölçüde gen haritaları çıkarılmalıdır. Bunlarla yapılan yemekler kitaplara vb. geçirilmelidir. Yoksa bunların çalınması ve patentlenmesi işten bile değildir.

Çıkarılan tohum kanunu ise durumu daha da kötüye götürüyor. Yerel tohumlar bu yasa ile adeta uyuşturucu madde gibi yasa dışı ilan edildi desek yanlış olmaz. Türkiye’de 31.10.2006’da TBMM’den geçerek kanunlaşan 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu köy ekotipleri, köy popülasyonları şeklinde tanımlanan genetik materyalin ticaretini yasaklamaktadır. Kanunun 5. maddesi “Bakanlık tarafından, bitkisel ve tarımsal özellikleri belirlenerek, sadece kayıt altına alınan çeşitlere ait tohumlukların üretimine izin verilir.” 7. Maddesi ise “yurt içinde sadece kayıt altına alınmış çeşitlere ait tohumlukların ticaretine izin verilir” demektedir. Kanunda “tescil” şöyle tanımlanmaktadır: “Tescil: Yurt içinde veya yurt dışında ıslah edilen veya bulunan ve geliştirilen bitki çeşitlerinin farklı, yeknesak ve durulmuş olduğunun ve/veya biyolojik ve teknolojik özellikleri ile hastalık ve zararlılara dayanıklılığının ve tarımsal değerlerinin tespit edilerek kütüğe kaydedilmesidir”. Durulmuşluk ise çeşidin, tekrarlanan üretimlerden sonra veya belirli çoğaltım dönemleri sonunda ilgili özellikleri değişmeksizin aynı kalmasıdır. Farklılık: Bir çeşidin, müracaatının yapıldığı tarihte herkesçe bilinen çeşitlerden, tescile esas özelliklerden, en az bir tanesi bakımından farklılık göstermesini tanımlamaktadır.

Köy popülâsyonları, köy ekotipleri ise mutlaka farklı, durulmuş veya yeknesak olmak zorunda değildir. Genetik açıdan varyasyon (farklılaşma) bulunmaktadır ve bu aslında iyidir. Örneğin Torbalı dağ köylerinde ilginç bir patlıcan görüyoruz. Aynı tarlada üretilen patlıcanların hiç biri diğerine benzemiyor. Renkleri sarı, mor, beyaz, siyah olabiliyor. Kimi uzun, kimi kısa olabiliyor. Bu farklılıklar bizim için çok iyi iken, tohumu metalaştırmak isteyenler, bu özellikleri bu yerel tohumlukların tohum olarak satılmamaları için gerekçe olarak kullanılabilecektir. Her şeyi bu arada tohumu metalaştırmaya çalışan bu işleyiş aslında üretici ve tüketicisiyle milyonlarca insanın çıkarlarına aykırı hareket edebilmektedir. Yerel tohumların bu özellikleri biyoçeşitlilik açısından zenginliklerini ortaya koymaktadır. Aynı tarladaki bitkilerin ve ürünlerinin arasındaki farklılıklar iklim, zararlı ve hastalıklardaki değişimlere tohumun uyumunu kolaylaştırmaktadır. Evrim ile tohum yaşamaya, başarılı olmaya devam edebilmektedir. Şirketlerin tohum çeşitleri ise sık sık başarısız olmakta, yaşayabilmeleri için; kimyasallara, suya ve ağır makinelere ihtiyaç duymaktadırlar. Tohum Kanunu genetik kaynaklardan elde edilen yerel tohumların çiftçiler arasında değişimine açık olmakla birlikte ticaretine yasak getirmektedir. Benzer özellikler birçok diğer ülke yasasında da bulunmaktadır. Bu yasalarla ulusötesi tohum şirketleri hegemonyalarını pekiştirecek yeni bir güç kazanmış olmaktadırlar.
Yerel tohumlardan üretilen ürünler daha çok besleyicidir. Hiç kimyasal ilaç ve gübre kullanılmadan yetiştirilebilmektedir. Daha az su ile veya sulamadan da yetiştirilebilenleri vardır. Küresel iklim değişikliğine karşı kurtarıcı olabileceklerdir. Bitki ıslahçısı bilim insanları ve köylüler el ele katılımcı ıslah yaklaşımı (participatoy breeding) ile kimsenin malı olmayan özgür tohumlar geliştirebilirler.

ABD’de yapılan bir araştırma ile 1950–1999 yılları arasındaki 50 yıllık süre içinde 43 sebze ve meyvede 13 besin maddesinin değerlerindeki değişimler incelenmiştir. (Davis ve ark., 2004) Besin değerleri düzeylerinde 1999’da 1950’ye göre düşmeler görülmüştür.Örneğin ıspanakta askorbik asitte (C vitamini) düşme oranı %52’dir. Soğanda ise bu düşme %28’dir. Demir oranındaki düşüşler soğanda %56, ıspanakta ise %10 olmuştur. Araştırmacılar bitkilerin besin içeriklerindeki değişimleri aradan geçen bu süre içinde çeşitlerdeki farklılık ile açıklamışlardır. Islah çalışmalarında verim artışı sağlanırken besin maddelerinde düşüş gerçekleşmektedir. Aynı şekilde büyüme hızı ile zararlı ve hastalıklara dayanıklılık, verimle zararlı otlara dayanıklılık arasında ters yönde ilişki vardır. Bu nedenle endüstriyel çeşitlerle yapılan tarım nerede ise kaçınılmaz olarak tarım kimyasalları ile gerçekleştirilebilmekte, endüstriyel tarımı güçlendirmektedir. Araştırmacılar brokoli, patates vb. birçok üründe değişik çeşitleri kullanarak aynı koşullar altında yapılan denemelerde antioksidanlarda görülen farklılıkların çeşitlerden kaynaklandığını belirtmektedirler.
TBMM 2006 yılında daha çok yabancı büyük tohum şirketlerinin egemenliğini pekiştiren ve yerel tohumların satışını yasaklayan tohumculuk yasasını kabul etmişti. Anayasa Mahkemesinde açılan dava dört yılı aşkın bir süreden sonra 13 Ocak 2011’de karara bağlandı ve 21 Ocak 2011 de Resmi Gazetede yayınlandı. Karar özet olarak, küçük bir istisna ile başvurunun reddi anlamına geliyor.

Tohum kanunu değiştirilmelidir. Bu bir zulüm kanunudur. Çiftçilerin yerel tohumları ve bunlardan elde edilen fideleri satmasını yasaklamaktadır. Bu yasaklar henüz her yerde uygulanmıyor. Biraz zamana bırakılıyor. Bu nedenle köylülerimiz hatta aydınlarımız bu zulümü henüz algılayamadılar. Yerel tohumların kaybolmaması için tohum takası şenlikleri gibi etkinlikler yapılmalıdır. Yerel düzeyde tohum ağları, dernekleri kurulmalıdır. Yerel tohumlardan kimyasal ilaç ve gübre olmaksızın üretilen ürünler köy pazarlarında veya tüketim kooperatiflerinde satılmalıdır. Bunlara belediyeler öncülük yapmalıdır. Topluluk Destekli Tarım dediğimiz ve tüketicilerle çiftçilerin doğrudan bağ kurarak yarattıkları yeni model de Türkiye’de yayılmakta. Bu model dayanışma ekonomisini esas alarak başka bir dünyanın mümkün olduğunu ispatlamaya başladı.

KIBRIS  ENTELLEKTÜEL DERGİSİ'NDE YAYINLANMIŞTIR

KAYNAKLAR
Davis, Donald R., Melvin D. Epp, ve Hugh D. Riordan, 2004, “Changes in USDA Food Composition Data for 43 Garden Crops, 1950 to 1999” Journal of the American College of Nutrition, Vol. 23, No. 6, 669–682 (2004) http://www.jacn.org/cgi/content/abstract/23/6/669
Douthwaite, B. 2002, Enabling Innovation- a Practical Guide to Understanding and Fostering Technological Change, Zed Books, London.
ETC Group, 2006, The World’s Top 10 Seed Companies – 2006, www.etcgroup.org/en/materials/publications.html?pub_id=656
ETC Group, 2005, Oligopoly, Inc. 2005, Concentration in Corporate Power, www.etcgroup.org/en/materials/publications.html?pub_id=44
Gaia/Grain, 1998, Ten Reasons not to Join UPOV-Global Trade and Biodiversity in Conflict, issue no. 2, May 1998. www.grain.org/briefings/?id=1)
Madeley, J. 2002. Food for All- The Need for a New Agriculture, Zed Books, London.
Özkaya, T. 2007. “Tohumda Tekelleşme ve Etkileri” Tarım Ekonomisi Dergisi, cilt: 13, Sayı: 1,2, s. 39–48.


 
Editör: TE Bilisim